• Kısa ve orta dönem yerine uzun döneme
  • Parçalar yerine bütüne
  • Olaylar yerine yapı ve sistemlere
  • Sonuçlar kadar sebeplere
  • Tek boyutlu düşünceden çok boyutlu düşünceye

9 Ocak 2012 Pazartesi

Türkiye- NATO İlişkilerine Dair- VI

V'den devam
Sonuç

Türkiye Cumhuriyeti, başlangıç noktasından günümüze, geçmiş 90 yıl göz önüne alındığında, son yüzyılın en başarılı örneklerinden biridir..

Zira genç cumhuriyet, yakılmış yıkılmış bir coğrafya üzerinde, yoklukla doğdu..Halkı fakirdi, sanayisi yoktu, yetişmiş insan gücü yoktu, altyapısı yoktu..

[(*)Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı İmparatorluğu’ndan devraldığı ekonomik yapı tam bir faciaydı. Sanayi diye bir şey yoktu. Üretimin büyük bölümü tarıma, o da hava koşullarına bağlıydı. Kapitülasyonlar ve dış borçlar ülkeyi tam bir açmazda bırakmıştı. 1923 yılında milli gelir 570 milyon dolar, kişi başına düşen milli gelir yıllık 48 dolar, ihracat 51 milyon dolar, ithalat 87 milyon dolar, GSYH’da sanayinin payı % 11 idi. Bütün ülkede 13.000 adet telefon vardı. Doktor başına düşen hasta sayısı 13.000 dolayındaydı. Üniversite ve yüksek okullarda 3.000 dolayında öğrenci okuyordu. Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu’ndan GSYH’sının yüzde 65’i tutarında (yaklaşık olarak 370 milyon dolar ediyor) Düyun-u Umumiye borcunu devralmıştı.]

Hızlı bir kalkınma sürecine girmesine rağmen, diğer gelişmiş uluslarla endüstri konusunda ara çok açıktı..Yarışa çok geriden başlanmıştı.. İstihdam etmek için orta okul mezunu bile bulunamıyordu..Okuma-yazma oranı düşüktü..Diğer uluslar yüzyıl önce çelik üretmeye başlamışken genç cumhuriyet daha yeni temel atıyordu..

Yetişmiş insan gücüne gereksinim vardı..Üniversite açıyor, öğretim görevlisi bulamıyordu..Okul açıyor, öğrenci bulamıyordu..Anadolu'da tarım ilkel yöntemlerle sürdürülüyordu..Bu yüzden iş gücüne ihtiyaç vardı ve kimse çocuğunu okula göndermek derdinde değildi..

Ülke fakir olduğu için devlet bütçesi de küçüktü..Vergi gelirleri azdı..Yurt dışına öğrenci göndermek bile devlet bütçesinden hatırı sayılır bir pay alıyordu..

1950'lere gelindiğinde halkın hala yarıdan fazlası yalın ayak geziyordu..Açlık vardı..Halkını doyurmak için tarımda sanayileşmesi gerekiyordu ama Traktör almak için de dövize ihtiyaç vardı..Halkı yarı çıplaktı..Giydirmek için dokuma fabrikalarına ihtiyaç vardı..Bu fabrikalar için makinaya, makina için ithalata, ithalat içinde dövize ihtiyaç vardı..Yol yapmak istiyordu..Asfalta, çimentoya, iş makinasına ihtiyaç vardı..Sanayisi olmadığından ithal etmeliydi..İthal etmek için de parası yoktu..Demir yolu yapmak için çeliğe ihtiyacı vardı, bir çelik sanayisi yoktu..

Genç cumhuriyet, yurt dışından teknoloji ve yatırım malları ithal etmek istiyordu..Bu yüzden dövize ihtiyacı vardı..Fakat ihraç edebileceği, kuru üzümden ve fındıktan başka, çok da fazla bir şeyi yoktu..Sanayisi olmadığından zaten sanayi ihracatı yapması mümkün değildi..Diğer Orta Doğu ülkeleri gibi hazır döviz kaynağı, petrolü de  yoktu..

İşte böyle bir dönemde Sovyet tehditi ile yüzleşmek zorunda kaldı..Bu tehditi gögüsleyebilmek için güçlü bir orduya ihtiyaç vardı..Bu ordunun yeni silahlarla donatılması gerekiyordu..Ülkede endüstri alt yapısı olmadığından bu silahlar yurt içinden temin edilemezdi..Yurt dışından ithal etmek için yine dövize ihtiyaç vardı..

Üstelik tehdit unsuru olan ülke, kendisiyle karşılaştırılamayacak ölçüde güçlüydü..Ülke bir taraftan varlığını bu tehdite karşı koruyabilmeli, bir taraftan da kalkınmalı, diğer uluslara yetişmeliydi..Tehdit, kendi çıkarlarına değil, direk kendi varlığına yönelik idi..Bu yüzden büyük savunma bütçesine ihtiyaç vardı..Daha büyük savunma bütçesi de Kalkınma için daha az kaynak ayırmak demekti.

Ekmek için gurbet yollarına düşen Türk vatandaşları, gittikleri ülkede en ağır koşullarda en kötü işlerde çalıştırılıyordu..Diplomatları gibi onlarında başı eğikti..Şanlı tarihleriyle şimdi düştükleri şartlar farklıydı..Gururluydular ama işte başkasına muhtaçtılar..Bu gurbetçi, fedakar Anadolu insanı, dişinden tırnağından  artırdıkları dövizleri ülkelerine gönderiyorlardı..Bu dişinden tırnağından artırıp gönderdikleri, hem yurt içinde aileleri, akrabaları için yeni bir kaynak oluyor hem ülkeleri için en fazla ihtiyaç duyulan o döviz geliri oluyordu..

O dönemde, Türk politikacılar üzerinde de çok büyük yük vardı..Hem kalkınmalıydılar, hem genç cumhuriyeti yaşatmalıydılar..

Türkiye'yi NATO ittifakına götüren süreç bu idi..Türk insanı ve genç Türk cumhuriyeti, hem kalkınma adına hem milli varlığını koruma adına  büyük fedakarlıklar yaptı, büyük bedeller ödedi..Devlet halkından kısıtlıyor, ordusu için kaynak yaratıyordu..Bu yüzden Türk halkı daha az tüketmek zorunda kalıyordu..

Sovyetlere karşı büyük bir ordu tutmak zorunda kalınmıştı..Bu ordunun sadece silah değil, askeri alt yapı yatırımlarına da ihtiyacı vardı..Hangarlar, hava alanları, depolar, sığınaklar vb inşa edilmeliydi...İşte bu ordunun teçhiz edilebilmesi, ihtiyaç duyduğu yatırımların yapılmış olması ve savaşa hazır durumda tutulabilmesi çok büyük oranda  NATO imkanlarıyla mümkün olabilmişti.

Üstelik NATO ittifakı, Sovyetler için Türkiye'yi kolay lokma olmaktan çıkarmıştı..Sovyetler , en azından Türkiye politikalarında NATO faktörünü de dikkate alıyorlardı..En azından karşı tarafta Türkiye yalnız değil algısı oluşturulabilmişti..

Türkiye'nin o yıllarda karşı karşıya olduğu tablo çok iç açıcı değildi..Türkiye'nin omuzlarındaki  yüke karşın Türkiye yeterince güçlü değildi..Karşı karşıya olduğu tehditle kendi başına yüzleşebilecek kadar güçlü değildi..Türkiye, bu tehditin büyüklüğüne göre zayıftı..Ve Türkiye'nin bu zayıflıklarını müttefikleri bile istismar ediyordu..Türkiye en haklı olduğu konularda bile müttefikleri tarafından Sovyetler karşısında yalnız bırakılmakla  tehdit ediliyordu..

Bugünki kuşaklar, geçmiş hükümetleri, dış politikada pısırık olmakla, Türkiye'nin çıkarlarını koruyamamakla, NATO'ya ve Batı'ya fazla boyun eğmekle suçluyorlar..Elbette Türkiye, daha iyi politikalar üretebilirdi. Daha dik başlı durabilirdi..Fakat bu dik duruş da biraz imkan meselesidir..

Daha büyük politikalar gütmek, büyük stratejileri hayata geçirmek bazen imkan meselesidir..1960'larda Türkiye, Kıbrıs'da soydaşlarını korumak için yola çıkıyordu ama bu çıkarmayı, çıkarma gemileriyle değil Araba Vapurlarıyla yapmayı düşünüyordu..Askeri açıdan bu bi yerde çok büyük risk, belki intihardı ama ülkenin çıkarma gemisi yoktu..

Türk politikacılar, devlet adamları, diplomatları ülkenin selametini ve varlığını tehlikeye düşürmemek için bir çok şeyi görmezden geliyorlardı.. Güçlü bir ülkenin diplomatları olsaydılar, onlarda şahinleşebilirlerdi ama fakir Türkiye'nin diplomatlarıydılar..Ülkeleri başkasının yardımına muhtaçtı..Başkasının desteğiyle ayakta dururken, onlara kafa tutmaları anlamsız olurdu..

Bugünki hükümetlere, 70 milyon nüfus, yetişmiş insan gücü, güçlü ve iyi teçhiz edilmiş bir ordu, kendi ihtiyacını hemen hemen karşılayabilecek bir sanayi, ihracat içinde % 87 oranında sanayi mamülü üretebilecekleri bir endüstri, yine bir çok şehire, kasabaya ulaşım,içme suyu, elektirik sağlanmış, temel alt yapısı belli ölçüde oluşmuş, dışarda komşularından Rusya hariç hepsinden daha zengin ve daha güçlü bir ülke ve hepsinden daha önemlisi, hemen yanı başında kendi varlığını tamamen ortadan kaldırabilecek büyük bir tehdit unsuru olmayan bir ülke teslim ediliyor..

1940'ların, 1950'lerin, 1960'ların hükümetlerine böyle bir ülke teslim edilmiyordu..Ülke, kısıtlı imkanlarla, var olma mücadelesi  veriyordu..Türkiye'nin o yıllarda çabası, çıkarlarını koruma mücadelesi değildi.. Var olma mücadelesiydi..

Bu yüzden, fakir Türkiye'nin o dönem hükümetlerine ''neden şahin değildiler, neden diplomatların başları eğikti'' demek ve amansız eleştiriye tabi tutmak haksızlık olur..Başkasının teknolojisiyle, silahıyla ayakta duran bir ülkenin, kendisine bu bağışları yapanlara kafa tutması düşünülemezdi..Fazla da dikleşemezdi..

Türkiye için NATO, varlığını Sovyet istilasına karşı korumak için bir araçtı..Türkiye, bu ittifakın masasına  diğer ülkelerle aynı koşullarda oturmadı..Bu yüzden çoğu kez haksızlığa uğrasa da sustu..Kaderine boyun eğdi..Bir zamanların, geçmiş yüzyılların bu şanlı ülkesi, bu haksızlığı görüyordu ama zaman, genç kuşaklar için sabretme  zamanıydı...

Türk devlet adamları, diplomatları çoğunlukla sakin kaldılar..Macera aramadılar..Ülkeleri kısıtlı kaynaklarıyla, alt yapı, sanayi yatırımları yapmıştı. Genç kuşakların her geçen gün sayısı artıyordu..İşte bu Cumhuriyeti mümkün mertebe bölgesel çatışmalardan, büyük savaşlardan uzak tutmayı başararak bu yatırımların yakılıp yıkılmasını önlediler..Genç kuşakları cepheden cepheye koşturtarak kırdırtmadılar..

Çocukları oyuncaksız bıraktılar ama babasız bırakmadılar..

Zaten amaçları genç cumhuriyeti yaşatmak ve kalkındırmak idi..Bugün bakıldığında bu strateji hemen hemen başarılmıştır.Her ne pahasına olursa olsun işte genç cumhuriyet yaşıyordu..Üstelik kalkınma adına ciddi yol katetmişti..12 milyon nüfustan 70 milyona çıkılmıştı..Etrafında hazıra konan ülkeleri bile geçmişti..1970'lerde komşusu İran, ekonomi ve askeri güç olarak kendisinin iki katıydı..Bugün Türkiye, hem  ekonomisi hem askeri gücü bakımından İran'dan fersah fersah ilerdedir..Bir zamanlar, toplam GSMH olarak, kendisinden daha zengin olan Suudi Arabistan'ı geçmişti..Artık ihracatının % 87'si sanayi mamülüydü...Endüstrileşmede ve kalkınmada Doğu Avrupa'yı geçmişti..Dünyanın bir çok ülkesinden şimdi daha iyi durumdadır..İşte cumhuriyet, kendi ordusunu kendi teknolojisiyle, kendi silahları ve ağır teçhizatlarıyla teçhiz etmek için, geçmiş kuşakların alın teri ve fedakarlığıyla kurduğu alt yapı ile,  kendi tankını, uydusunu, gemisini yapma yolunda ilerliyordu...

[(*)Türkiye Cumhuriyeti, ilk dönemde büyük atılımlar yaptı, milli gelirini hızla büyüttü, sanayisini, ihracatını geliştirdi, bütün fakirliğine karşın sırtına yüklenen Osmanlı borçlarını son kuruşuna kadar ödedi ve bugünlere geldi. Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin GSYH’sı 780 milyar dolar dolayındadır. Kişi başına yıllık geliri 10.000 doları, ihracatı 140 milyar doları, ithalatı 230 milyar doları aşmıştır. GSYH’da sanayinin payı başlangıçtakinin üç katına yaklaşmıştır. Ülkede cep telefonu abonesi sayısı 66 milyonu bulmuş, doktor başına düşen hasta sayısı 650’ye inmiş, üniversite ve yüksek okullarda okuyan öğrenci sayısı 2 milyonun üzerine çıkmıştır. Türkiye, 88 yılda kişi başına gelirini 200 kattan fazla artırmıştır.]

Genç Cumhuriyet, varlığını sürdürme ve endüstrileşme sınavını geçmişti..Üstelik bunları, kendi varlığı ağır Sovyet tehditi ile tehlikede iken ve  ihtiyaç duyduğu döviz kaynağından yoksun bir şekilde başarmıştı.....

Şimdi artık Türkiye, dışarda ve içerde, (macera aramadan ve gerçekten gerektiği zamanlarda) dik durabilir..Kendi çıkarları peşinde agresif koşabilir..Çünkü artık çıkarlarını korumak ve yeri geldiğinde dik durabilmek için yeterince imkanı var..

İroni olarak, ilk yıllarında kalifiye iş gücü, orta okul mezunu bile bulamayan genç Türkiye Cumhuriyeti'nde , şimdilerde, üniversite mezunları işsiz kalıyor...

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
(*) http://www.mahfiegilmez.com/2012/02/cumhuriyet-ekonomisi.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Niçin mi fikir değiştiriyorum? Çünkü ben fikirlerimin sahibiyim; Kölesi değil! Fikirlere karşı hiçbir taahhüdüm yoktur; ister korur, ister değiştiririm. Cenap Şahabettin

Ne kadar az bilirseniz; o kadar şiddetle müdafaa edersiniz. Bertrand Russell


Yarın yeni şeyler öğreneceğim..Ve bu nedenle bugünkü fikirlerim yarın değişebilir. Ben sadece verdiğim sözlerin tutsağıyım, düşüncelerimin ve fikirlerimin değil! Y.A

Konuşup anlaşamayacağım hiç kimse yoktur; anlaşamıyorsak konuşamadığımız içindir. Y.A

Sayfa Görünümü

Buradaki yazılar, tamamen kendi düşüncelerimi ve fikirlerimi içerir. Burada sunulan bilgilerin, kullanılan verilerin doğru ve güvenilir olması için gereken özeni göstermiş olsam da size doğruluğunu ve kesinliğini garanti edemem. Yazılarım, herhangi bir kişi veya zümreyi hedef almaz. Hiçbir kurum veya kuruluş ile bağlantılı değildir. Bu blog, kişisel bir blog olup yazıların yayım hakkı Yusuf Aygün'e aittir. Kaynak göstermek ve link vermek şartıyla yazılarımı kullanabilir, alıntı yapabilirsiniz... Her yazı, bir emeğin ürünüdür. Emeğe saygı göstermenizden dolayı teşekkür ederim.