• Kısa ve orta dönem yerine uzun döneme
  • Parçalar yerine bütüne
  • Olaylar yerine yapı ve sistemlere
  • Sonuçlar kadar sebeplere
  • Tek boyutlu düşünceden çok boyutlu düşünceye

9 Ocak 2012 Pazartesi

Türkiye- NATO İlişkilerine Dair- III

II'den devam
Boraltan Köprüsü...

1944 yılında 146 - bazı rivayetlerde 304- Azerbaycan Türkü, Rus zulmünden kaçarak Aras üzerindeki Türk sınır karakoluna sığınmışlardı..Ruslar, bu kişilerin kaçak olduğunu ve derhal teslim edilmelerini istemektedirler..Ankara'da sıkıntılı saatler yaşanmaktadır..
Türk töresinde kendine sığınmış olanı teslim etmek yoktur..Örneğin, Osmanlı Ruslardan kaçıp kendine sığınan İsveç Kralı Demirbaş Şarl'ı (1707 İsveç-Rusya Poltova savaşı)  teslim etmemiş ve Rusya ile savaşı dahi göze almıştı ..Üstelik bu sefer sığınanlar, kendi soydaşlarıdır, Türklerdir..Fakat Türkiye-Rusya güç dengesi o kadar bozulmuştur ki artık Türkiye, Rusya'ya  karşı çıkarlarını korumak bir tarafa, kendi varlığını sürdürebilmenin derdine düşmüştür..
İkinci Dünya Savaşı esnasında ‘Sovyet esaretine’ dayanamayan bir grup Türk, hürriyete kanat çırparak, sınırdaki bir Türk karakoluna sığınır.

Sovyetler Birliği, sığınmacıların ‘kendi vatandaşı’ olduğunu ileri sürerek, iade edilmelerini ister.
Karakolda gergin bir bekleyiş başlar.
Misafirler, ya ‘öz yurtlarına’ kabul edilecekler, yada Boraltan Köprüsü’nün öbür ucunda bekleyen ‘Rus müfrezesine’ teslim edileceklerdir.
Ancak, Türk toprağını öpmeyip adeta yalayan, Türk bayrağını göz yaşları ile sulayan sığınmacılar, öz vatanlarının kendilerine sahip çıkacağından oldukça emindir.
Ne yazık ki Ankara’dan gelen emir korkunçtur:
- “Şahısları derhal ülkelerine iade edin.”
Köprünün diğer tarafında kanlı dişlerini sırıtıp göstererek bekleyen Rusları iyi tanıyan sığınmacılar, Türk askerlerine yalvarıp yakarırlar:
- “Ne olur bizleri siz öldürün onlara teslim etmeyin. Hiç değilse kendi toprağımızda, kendi bayrağımızın altında ölelim.”
Fakat askerler emri uygulamak zorundadırlar.
* * *
Boraltan Köprüsü’ne getirilen sığınmacılar, Türk askerleri tarafından beşerli, onarlı gruplar halinde karşı tarafa geçmeye zorlanır.
Karşıda bekleyen Rus müfrezesi, köprüyü ilk geçen grubu, hemen oracıkta, Türk askerlerinin gözleri önünde kurşun yağmuruna tutarlar.
Olup bitenler karşısında şaşkına dönen karakol komutanı, teslimat işini derhal durdurarak, olup bitenleri Ankara’ya rapor eder:
- “Karşıya geçenleri kurşuna diziyorlar.”
Ankara’dan gelen cevap şöyledir:
- “Kesin emir var. Görevinizi yapın, yoksa vatan hainliği ile yargılanacaksınız.”
Çaresizlik içinde son bir kez daha askerlerin yüzüne bakan sığınmacılar, sonunda değerli eşyalarını ve giysilerini bırakarak, Boraltan Köprüsü’nden ölüme yürümeye başlarlar.
Gözyaşlarına boğulan askerler, olanları görmemek için köprüye sırtlarını dönmüşlerdir.
Sığınmacıların ölüme yürürken haykırdıkları o sözler, yürek parçalayacak niteliktedir:
- “Varsın ölen biz olalım, yaşasın Türkiye! 
(Bu olaydan sonra, yaşananları gururuna yediremeyen karakol komutanı  genç subayın, günlerce odasına  kapanıp  ağladığı, daha sonra izne ayrılıp memleketinde intihar ettiği anlatılır..)

 Türkiye ile Rusya arasında yüz yıllardır varolan denge Türkiye aleyhine o kadar bozulmuştur ki, artık Türkiye kendi soydaşlarına bile destek olamamaktadır..Belki bu sığınmacıları kurtarmak için başka yollar denenebilirdi..O ayrı bir tartışma konusudur..Burada dikkatinizi çekmek istediğim husus, Türkiye'nin neden Rusya ile yüzleşemediğidir.. Çünkü Türkiye zayıftır..Fakirdir..Endüstrisi yoktur..Ordusu modern teçhizat ile donatılamamıştır..Düşman ise aksine çok güçlüdür....Olası Türk -Rus çarpışmasının, Türkiye için çok ağır sonuçlara yol açacağı aşikardır..Ankara yönetimi de bu gerçeği görmektedir ve içi kan ağlayarak olsa da kendi topraklarında  kendi soydaşlarını Rus kurşunlarından koruyamamaktadır..
.
.
NATO ittifakına giden Yol
Türkiye, son iki yüzyılda yönünü batıya çevirmiştir..Batılılaşma fikri, hem cumhuriyet öncesinde hem sonrasında, devlet kademelerinde etkin bir fikirdir..Çünkü Batı, endüstrileşmiş ve kalkınmıştır..Modern dünyayı temsil etmektedir..Türkiye'de bu ülkeler seviyesine çıkmak istemektedir..Kalkınmak için endüstri toplumuna geçiş gerekmektedir..Bu geçiş için de hem eğitim sisteminde hem sosyo-kültürel yapıda batı tarzı dönüşüme ihtiyaç vardır..

Üstelik Türk kültürü, serbest piyasa ekonomisine daha yatkındır..Türkiye, kendini batı medeniyeti içerisinde tarif etmektedir..

Bu nedenle komünizm, Türkiye için tehlike arzetmektedir.. Türkiye'de devlet kademeleri, komünizmin değer yargılarının, kendi değerleri ile örtüşmediğini düşünmektedir..Sonuçta Türkiye, Türk kültürü üzerine bina edilmiş milli bir devletti..Komünist rejimlerin oluşturduğu değerlerin, Türk devletinin üzerinde durduğu zeminle çatıştığını düşünüyorlardı..Bu nedenle Türk devlet adamları, komünizmle mücadeleyi, bir fikir mücadelesi değil, kendi bin yıllık devlet sistematiğine ve Türk toplum yapısına aykırı olduğu düşüncesiyle sürdürüyorlardı..Komünizm'in Türk devletinin varlığını ve geleneklerini yıkacağından endişe ediyorlardı..

SSCB'de kurulan komünist rejime, Batı tarafından şüpheyle bakılmaktadır..Kendini tehdit altında hisseden SSCB, kendi rejiminin güçlenmesi ve etkin hale gelebilmesi için çevresinde ki diğer ülkeleri de bu rejime geçişe zorlamaktadır..Üstelik komünizm fikri, tüm insanlığa kurtuluş vaadiyle yola çıkmıştır..Böyle bir fikri alt yapıya sahip rejimin, diğer ulusları bu nimetten mahrum bırakması düşünülemezdi..Bu rejim ihracı, hem SSCB'nin çıkarları hem rejimin kendi düşünsel atyapısı nedeniyle zorunlu haldedir. (Aynı benzer strateji, bugünki İran'da da söz konusudur..)

Ve SSCB'nin çevre ülkeleri komünistleştirme stratejisinde Türkiye'nin olmaması düşünülemezdi..Nitekim Ruslar bu konuda Türkiye'de ciddi faaliyet yürütmüşlerdir..1950 sonrasında, Amerika, komünizmle mücadele de Türkiye'de nasıl kimi çevreleri finanse ediyorduysa, SSCB'de kendine sıcak bakan çevreleri finanse ediyordu..Artık Türkiye, batı kapitalizmi ile doğu komünizminin  bir kapışma alanı olmuştur....

Diğer taraftan SSCB'nin bulunduğu konum ve coğrafya nedeniyle, geleneksel Rus stratejileri yine temel stratejileri olarak devam etmektedir..Yani SSCB her ne kadar çok uluslu bir yapı gibi görünse de Rusların çıkarları daha belirgindir..

Nitekim ülkede Ruslaştırma politikası uygulanmaktadır..Diğer halkların kimliğine saygılı olduğunu iddiasıyla yola çıkan komünist rejim, Rus coğrafyasında çoğu halkı sürgüne gönderiyor, bazı halklar acımasızca katlediliyordu..Güvenlik endişesiyle, başka uluslarla etnik bağı bulunduğu gerekçesiyle Ahıska Türkleri , Kırım Türkleri sürgüne gönderiliyordu..

Türkiye'nin Sovyetler'den endişesi olduğu gibi, Sovyetlerin de Türkiye'den endişeleri vardı. II.Dünya Savaşında Almanlar, Orta Asya Türklerini ve diğer Rus olmayan halkları, özgürlük vaadiyle kendilerine taraf olmaya çağırmıştı..Hatta Rus ordusundan esir aldıkları Türklerden - Kazak-Kırım-Tatar vb- bir birlik kurmuşlardı ve Ruslara karşı savaşmaları için eğitmişlerdi..(*) Almanların bu çabası başarısız olsa da Ruslar bir gerçeği görmüşlerdi..Olası Sovyet-Batı ittifakı kapışmasında SSCB'deki Rus olmayan halklar kendi aleyhlerine kışkırtılabilirdi..Özellikle Batı, Orta Asya'da Türk kökenli halkların çoğunluğu nedeniyle, Türkiye'nin kendi soydaşlarına olan yakınlığını kullanmak isteyebilirlerdi..Nitekim Ruslar, bu yüzden sınır hatlarındaki Rus olmayan etnisiteyi şiddetli bir asimilasyona tabi tuttu..Bir çok halkı, Rusya'nın derinliklerine sürdü..

Başka halkların kimliğine saygı, millet fikri, komünist rejimin temel çelişkisiydi..Hem milleti kabul etmiyor hem farklı kimliklerin olabildiğini kabul ediyorlardı..Hem insanlık bir bütündü ve millet fikri insanlığı bölüyordu..Milletler değil halklar vardı..Yani millet kavramının içerdiği geniş kavramlar daha basite  indirgenerek türetilen sadece  halklar vardı..Yani birbirinden sadece  kültür farklılığı yoluyla ayrılan basit insan toplulukları..Böylece halkların ''milli çıkarlar'' diye bir dava gütmesi önlenmişti..Milletler değil sınıflar vardı..Proletarya vardı..Bu yüzden SSCB içinde milletler yeni kimliğe zorlanıyordu..Yani farklı kimlikler, bölücü olabileceği gerekçesiyle tek kimlik olmaya doğru zorlanıyordu..Farklı kültürlere ve halklara özgürlük derken bir taraftan da bu farklılık budanıyordu..Ve hakim kılınmak istenen bu tek kimlik, Rus kimliğiydi..Bu kimliği hakim kılmak uğruna SSCB rejimi tarafından kitlesel olarak ülke içinde kan dökülüyordu..

Çünkü SSCB sonuçta bir Rus devletiydi ve Rusların geçmiş politikaları yeni rejime de hakimdir..Çarlık döneminde işgal edilen Orta Asya'da asimilasyon kaldığı yerden devam ediyordu..Orta Asya'da yeni kimlikler icat ediliyor ve aynı kökenli halkların ilerde birleşip millet olamaması için Azeri, Kazak, Türkmen vb kimlikleri öne çıkarılıyordu..Öte taraftan bu halklarda bir taraftan Ruslaştırma çabası devam ediyordu..

Tarihte ''Azeri'' diye bir millet var olmamasına rağmen, bir Rus icadı olan bu kimlik, Azerbaycan Türkleri için kimlik haline getiriliyor ve böylece birleştirici olan Türk kimliği önleniyordu..Böl-parçala-yönet temel strateji idi..

Diğer yandan Ruslaştırma politikasının devamı olarakta kitleler halinde sürgünler yapılıyordu. Bu sürgünlerde, sürgün edilenler, parça parça, farklı farklı yerlere sürülüyor böylece eski kültürlerini devam ettirme olanağı bırakılmıyordu..Halklar harmanlanıyor böylece de yeni bir değerler sistemi oluşturuluyordu...Rus coğrafyasında ki nüfusu  az olan halklar  asimilasyona en fazla maruz kalıyordu..

SSCB ve komünizm, faşizme savaş ilan etmişti ama komünizmin kendi temel çelişkileri yüzünden en büyük faşizmi kendileri icra ediyordu..Millet kavramını kabul etmiyorlardı.. Millet kimliği yerine sınıfları ön plana çıkarmışlardı..Komünizm, sonuçta ''tüm dünya proletaryası birleşin'' parolasıyla yola çıkmıştı..Haliyle bu sınıf kavramını oturtmak için çoğu millet, farklı kimliklerinden dolayı kitlesel olarak katlediliyordu..Yani düşünsel olarak faşizme zıt noktaydılar ama pratikte aynı yerdeydiler..(Bugün de komünist Çin'in Doğu Türkistan'da Uygur Türklerini asimilasyon politikası gütmesi ve bu uğurda Doğu Türkistan'da geniş çaplı katliamlara girişmiş olmasını görmek maalesef şaşırtıcı değil..)
.
.
SSCB'nin var olma ve varlığını koruma fikri ve üzerinde durduğu Rus coğrafyasının da zorladığı stratejiler gereği, SSCB'nin  politikalarında  Ortadoğu'ya ve Anadolu üzerinden Akdeniz'e açılması gerektiği hususu ön plana çıkmıştır..

Türkiye artık bu baskıyı dayanılmaz ölçüde hissetmektedir..Ve Türkiye-SSCB güç dengesinde Türkiye'nin çok zayıf durumda olması, SSCB'yi daha da cesaretlendirmektedir..500 yıllık stratejiyi  gerçekleştirmesi için Rusya'ya fırsat çıkmıştır..

Bu şartlarda, varlığını sürdürebilmek için Türkiye'nin bir ittifaklar zincirine ihtiyacı vardı..Bu yapı da NATO ittifakı idi..Hem NATO, yüzyıllardır batılılaşma fikrinin etkin olduğu Türkiye için de batıyı temsil ediyordu..

1949'da Türkiye üyelik için Nato ittifakına başvuruda bulundu ama sonuç alamadı..

Zira strateji üretmede çok mahir olan ingilizler, SSCB'nin ve Rusların temel stratejilerini biliyorlardı..Nitekim geçmiştede Büyük Bitanya, Rusların Ortadoğu'ya ve Hint okyanusuna açılmasından endişe edip Ruslar ile antlaşma yapmışlardı. (Ağustos1907- Petersburg, İngiliz-Rus Antlaşması) İran ve Afganistan her iki güç arasında tampon bölge ilan edilmişti..Bu antlaşma nedeniyle de İran ve Afganistan bağımsızlığını koruyabilmişti..(Rus stratejisinin yüzyıllardır ne kadar ısrarla sürdürüldüğünü görmek için de, basit bir bahane ile 1980 de işgal edilen Afganistan iyi bir örnektir.)

SSCB'nin her halükarda Ortadoğu'ya ve Akdeniz'e inmeye çabalayacığını bilen İngilizler, bu yüzden Türkiye'nin üyeliğine karşı çıktılar..Çünkü kendileri açısından Türkiye'nin, SSCB'nin hedef tahtasında olduğu açıktı..Bu gerçeği bilmelerine rağmen, göz göre göre, Türkiye'yi İttifaka dahil etmek demek kaçınılmaz olarak İngiltere'yi de Türkiye'nin yanında savaşa sürükleyecekti..Ve II. Dünya savaşından yeni çıkmış bir İngiltere'nin yeni bir savaşa girişmesi beklenemezdi..Her ne kadar Akdeniz ve Orta Doğu, İngilizler için çok önemli çıkar alanları olsa da , savaşa girip büyük bedeller ödeyecek  kadar hayati  değildi...

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
(*) Gamalı Haç Kızıl Yıldız Arasında (Belgesel)
Gamalı Haç Kızıl Yıldız Arasında-1  http://www.youtube.com/watch?v=H8SJt_G8F9A
Gamalı Haç Kızıl Yıldız Arasında-2 http://www.youtube.com/watch?v=IuilojTeWNU&feature=related
Gamalı Haç Kızıl Yıldız Arasında-3  http://www.youtube.com/watch?v=GBqOMKU0Rvc&feature=related
Gamalı Haç Kızıl Yıldız Arasında-4  http://www.youtube.com/watch?v=UAkUY5TKkfw&feature=related
Gamalı Haç Kızıl Yıldız Arasında-5  http://www.youtube.com/watch?v=-MUsaFNH720&feature=related
Gamalı Haç Kızıl Yıldız Arasında-6  http://www.youtube.com/watch?v=-Jg3d6Oy9h0&feature=related
Gamalı Haç Kızıl Yıldız Arasında-7  http://www.youtube.com/watch?v=f9GKAzsofuc&feature=related
Gamalı Haç Kızıl Yıldız Arasında-8  http://www.youtube.com/watch?v=kdBM2867HvQ&feature=related

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Niçin mi fikir değiştiriyorum? Çünkü ben fikirlerimin sahibiyim; Kölesi değil! Fikirlere karşı hiçbir taahhüdüm yoktur; ister korur, ister değiştiririm. Cenap Şahabettin

Ne kadar az bilirseniz; o kadar şiddetle müdafaa edersiniz. Bertrand Russell


Yarın yeni şeyler öğreneceğim..Ve bu nedenle bugünkü fikirlerim yarın değişebilir. Ben sadece verdiğim sözlerin tutsağıyım, düşüncelerimin ve fikirlerimin değil! Y.A

Konuşup anlaşamayacağım hiç kimse yoktur; anlaşamıyorsak konuşamadığımız içindir. Y.A

Sayfa Görünümü

Buradaki yazılar, tamamen kendi düşüncelerimi ve fikirlerimi içerir. Burada sunulan bilgilerin, kullanılan verilerin doğru ve güvenilir olması için gereken özeni göstermiş olsam da size doğruluğunu ve kesinliğini garanti edemem. Yazılarım, herhangi bir kişi veya zümreyi hedef almaz. Hiçbir kurum veya kuruluş ile bağlantılı değildir. Bu blog, kişisel bir blog olup yazıların yayım hakkı Yusuf Aygün'e aittir. Kaynak göstermek ve link vermek şartıyla yazılarımı kullanabilir, alıntı yapabilirsiniz... Her yazı, bir emeğin ürünüdür. Emeğe saygı göstermenizden dolayı teşekkür ederim.