• Kısa ve orta dönem yerine uzun döneme
  • Parçalar yerine bütüne
  • Olaylar yerine yapı ve sistemlere
  • Sonuçlar kadar sebeplere
  • Tek boyutlu düşünceden çok boyutlu düşünceye

9 Ocak 2012 Pazartesi

Türkiye- NATO İlişkilerine Dair- IV

III'den devam
Diğer taraftan Mao'nun 1949'da Milliyetçi Çin - Çan KayŞek kuvvetlerini yenerek kıta Çin'ine hakim olması ile komünist rejim artık Asya kıtasında hakim duruma ulaştı..(İlave not: Kıta Çin'inde yenilen Çan KayŞek kuvvetleri daha sonra eski adı Formoza şimdiki adı Tayvan olan adaya çekildi ve Çin-Tayvan ihtilafıda böyle başlamış oldu.) Komünizm'in Asya'ya hakim olması, SSCB için bir kazanımdı ama  komünist bloka Çin'in dahil olması, SSCB'ye her zaman için doğal bir müttefik kazandırmış olmadı.. Güçlü bir Çin, SSCB için siyasi arenada bir rakipti..Komünizm tüm uluslar içindi ve ortak değerdi..İnsanlık kardeşti ama coğrafyaların, ekonomik kaynakların, milletlerin zorladığı Stratejiler, rejimlerin bile önüne geçiyordu..İki ülke Komünist dünyanın liderliği için çekişiyordu.

SSCB- Çin ilişkileri, bu yüzden çoğu zaman inişli çıkışlı olsada ve  bazı alanlarda çıkar çatışmasına düşseler de yine de ikisini birleştiren bir ortak değerleri vardı..Komünizm..Üstelik ortak değerleri olan yeni rejimleri batının ortak düşmanıydı....

Batılı ülkelerin yüzyıllardır devam eden emperyalist eylemleri ve diğer ulusları sömürmeye dayanan politikaları nedeniyle Batılı ülkelere ve kapitalist sisteme doğal olarak bir çok ulusda hoşnusuzluk vardı..Batıyı sevmiyorlardı..Üstelik fakirdiler ve kalkınamıyorlardı...

Zenginleşebilmek için rejim değişikliği bir umuttu..Sonuçta komünist rejim, kapitalist rejim gibi sadece sermayedarlar için değil, tüm insanlara refah vaad ediyordu..Ekmek paylaşılacaktı..

Bu yüzden Komünist rejim, fakir Asya Kıtasına giderek hakim olmaya başlamıştı..Uzak Doğu Asya'da Vietnam, Kore vb hedefteydi..Uzak Doğu'da, bir çok ülkede rejim kavgası yaşanıyordu..Bu kavgalar bir çoğunda  iç savaşa dönüşmüştü..

 Doğu Avrupa'dan Uzak Doğu Asya'ya kadar, komünizm'in bir çok ülkenin kaderine hakim olmaya başlaması, kapitalist devletler ve batı ittifakı için hem kendi güvenlikleri için endişe kaynağıydı hem de oyun alanları daralmıştı..Kendi hammadde kaynakları ve pazarları düşüyordu..

Türkiye'nin  Kore savaşına katılımı ve NATO üyeliği

II. Dünya savaşı öncesinde Emperyalist devletler tarafından işgal edilmiş kimi coğrafyalar, Emperyalist devletlerin kendi aralarında yeni savaşlara yol açıyordu..Fakir ülkeler için değişen bir şey yoktu..Sorun hangi emperyalist tarafından sömürülecekleriydi..O yüzden bu savaşlara onlar taraf değildi.. Emperyalist ülkeler arasında sömürgeler el değiştiriyordu..Yeni nüfuz alanları oluşmuştu..

1905 Japon-Rus savaşından sonra Kore, Japonya'nın olmuştu.. II.Dünya savaşında Japonya'nın yenilmesi ile Kore, SSCB ve Amerika arasındaki çekişme yüzünden  iki parçalı bir yapıya dönüştü..Kore, fiili olarak bölünmüştü..Bir tarafta Amerika güdümünde bir hükümet , diğer tarafta SSCB güdümünde bir hükümet vardı..

Kuzey Kore'nin Güneyi ele geçirme çabası Kore yarım adasında büyük bir savaşa yol açtı..Görünürde bu savaş sadece Korelilerin savaşı gibiydiyse de  Kapitalist rejimin başını çektiği Amerika, diğer yandan Komünist rejimi temsilen Çin ve SSCB'nin taraf olduğu bir savaştı. Daha sonra Çin askerlerinin  görünürde savaşa katılan ''gönüllüler'' olarak sınırı geçip K.Kore saflarında savaşa tutuşması ile savaş, aktif olarak da bir ABD-Çin savaşına dönüştü..

ABD'nin BM'yi devreye sokarak süreçte etkin olması neticesinde BM, Kore'ye barış gücü göndermeye karar verdi..

Türkiye'nin Kore macerasıda böyle başladı..Türkiye 5000 kişilik bir askeri güçle savaşa katıldı..
Türkiye, bu kadar ciddi bir katılımla bu savaşa taraf olması ile batıya karşı komünizm'in ortak düşmanları olduğu mesajını vermek istiyordu..Kore'de ödenen büyük bedel karşılığında Türkiye, komünizm'le mücadeleyi ne kadar önemsediğini ve büyük bedel ödemeyi göze aldığını göstermişti..

Komünizm'in giderek tüm dünyaya yayılması başta ABD olmak üzere batı ülkelerinde derin endişelere yol açtı..Komünist rejimlerin yayılması önlenmeliydi..Komünist ülkelere sınırı olupta henüz komunist rejime geçmemiş tampon ülkeler mutlaka korunmalıydı..Türkiye'nin de komünizme yenik düşmesi halinde Tüm Orta Doğu, Kuzey Afrika ve  Balkan coğrafyası Batı ekseninden çıkmış olacaktı..Akdeniz artık SSCB'nin kontrolüne geçebilirdi..

Ve Türkiye için NATO ittifakı yolu açılmıştı..Türkiye'nin NATO ittifakına kimi  Avrupa ülkeleri karşı çıkıyor, kimi kararsız kalıyordu.. ABD'nin Avrupa ülkeleri üzerindeki ağırlığını hissettirmesi ile Türkiye NATO üyesi oldu...
.
.
Türkiye-Sovyetler Bozulan Güç Dengesinin Yeniden Tesisi
Türkiye, NATO üyesi olarak Rusya karşısında kendi aleyhine bozulmuş olan askeri dengeyi yeniden tesis etme olanağı buldu..Bu dengeyi Türkiye, hem ordusunu güçlendirme yoluyla  hem de  bir ittifak içerisinde yer alarak SSCB karşısında tek başına kalmayarak çözmüş oldu..

 Türkiye'nin bir endüstri altyapısı yoktu. Bu nedenle ne kadar istese de modern bir savunma sanayi kuramazdı..Halbuki savaşlar artık son derece gelişmiş ağır teçhizatlar ve teknolojik üstünlüğü olan silahlarla yapılıyordu..Türkiye kendi üretemeyeceği bu teçhizatı mecburen ithal etmeliydi..

Türkiye ham madde kaynakları bol bir ülke değildi..O yüzden ham madde ihraç edip kazanabileceği döviz geliri son derece düşüktür..Endüstri ülkesi de değildi ve bu nedenle sanayi ürünü satarak da döviz elde edemezdi..

Ki var olan ihracat geliri ile ülkenin kalkınması için yatırım malları alınmalı ve fabrikalarda kurmalıydı , endüstri alt yapısı oluşturulmalıydı..Çünkü sanayi ülkesi olmadığı için zaten yatırım malı üretemezdi..Sanayi malı üretmek için  de yatırım mallarına ihtiyaç vardı..Ülkenin kalkınabilmesi içinde hem iç tasarrufa hem dış sermayeye  ve dövize ihtiyaç vardı..

Diğer gelişmekte olan ülkelerin bu açmazı kadar, onlardan farklı olarak bir de Türkiye ekonomisi üzerinde büyük bir savunma yükü vardı..Üstelik dışardan ciddi ölçüde Teçhizat almalı ve askeri alt yapı yatırımları yapmalıydı..Sayıca  büyük ve  modern silahlarla teçhiz edilmiş güçlü bir ordusu olmalıydı...

Halbuki daha 1980'lerde bile Türkiye'nin tüm ihracatı , sadece petrol ithalatını bile karşılamaya yetmiyordu..

İşte Türkiye bu açmazlarının bir kısmını, özellikle techizat ve askeri alt yapı yatırımlarını, NATO şemsiyesine girerek çözebildi..  Bir kısmını yurt dışına gönderdiği işçi dövizleriyle çözdü..Bir kısmını dışarıdan gelen hibelerle bir kısmını yurt dışından aldığı borçlarla çözdü..Hem savunma yükünü taşıyabildi hem kalkınma için gereken sermayeyi temin edebildi..Tabii ki en büyük sorunlarını, Türk insanının kendi alın teriyle çözdü..
''Türkiye’nin 1953’ten bu yana NATO Altyapı Programı’na katkısı 340 milyon dolar iken, aynı süreçte Türkiye’de NATO altyapı yatırımlarının miktarı 5,2 milyar dolardır. Diğer yandan ABD bu fonun %25’ini; Almanya ise %20’sini karşılamaktadır. Almanya’dan sonra fondan en büyük payı alan ülkenin, fona %1 katkısı bulunan Türkiye olduğu hesaba katılırsa, ortaya çıkan tablo anlamlıdır.''(1)
Soğuk savaş yıllarında Türkiye, Doğu Avrupa ile beraber Nato'nun en önemli cephelerinden birini teşkil ediyordu..Doğal olarak da bu yardımları yapan ittifak özellikle ABD, Türkiye'nin iç işlerine de karışır durumdaydı..

Türkiye, NATO'nun çoğunlukla en sadık üyesiydi..Bazen çıkarlarıyla örtüşmesede buna mecburdu..Çünkü üzerinde Sovyet tehdidi vardı..Ve bu tehdit bazen de Türkiye'nin aleyhine kullanılıyordu..Çünkü Batı ve ABD, Türkiye'nin kendi imkanlarıyla Sovyet tehditini göğüsleyemeyeceğini biliyorlardı..

Nitekim buna en iyi örnek, Johnson Mektubu hadisesidir..Türkiye-Kıbrıs hattında yaşanan gelişmelerde Amerika kendisine danışılmasını istiyordu..Ve Türkiye, Kıbrıs politikasında ABD'yi gözardı etmesi halinde, Sovyetlere karşı yalnız bırakılacağı ile tehdit ediliyordu.. Bu hadise, Türk dış politikasında derin etkiler bırakmıştır..Çünkü Sovyetlere karşı, çok güvendikleri ittifak, kendisini Sovyetlere karşı yalnız bırakmakla tehdit ediyordu..

Johnson Mektubu, Amerika Birleşik Devletleri başkanı Lyndon B. Johnson tarafından Türkiye başbakanı İsmet İnönü’ye 5 Haziran 1964 tarihinde gönderilen, çok sert ve kaba bir üslupla yazılmış, küçük düşürücü ifadelere yer veren bir mektuptu..
''Mektupta, Türkiye'nin adaya tek taraflı müdahalesinin Türk ve Yunan tarafları arasında savaşa yol açabileceği ve NATO üyesi olan bu iki ülkenin savaşmasının kabul edilemez olduğu ifade edilmiştir. Türkiye'nin müdahale kararı almadan önce müttefiklerine danışması gerektiği anımsatılmıştır. Ayrıca bu savaşın Sovyetler Birliği’nin de Türkiye’ye müdahale ihtimalini doğuracağı ve NATO'nun böyle bir durumda Türkiye'yi savunma konusunda isteksiz olacağı ima edilmiştir. ABD'nin Türkiye’ye sağladığı askeri malzemenin bu müdahalede kullanılmasına izin verilmeyeceği belirtilmiştir. Mektubun ardından Türkiye müdahale kararından vazgeçmiştir. İsmet İnönü 21 Haziran 1964’te ABD’ye giderek başkan Johnson ile bir görüşmede bulunmuştur.''
Türkiye artık Amerika'ya da güvenemeyeceğini öğrenmişti..Bu nedenle Sovyetlere yakınlaşma politikası da güdülmüş ve bunun neticesinde de Türkiye de Sovyetler eliyle petro-kimya ve çelik sanayi kurulmuştur..
''ABD’nin sert tavrının nedenlerinden biri de o yıllarda Türkiye'nin stratejik öneminde görülen nispi azalmadır. ABD'nin 1960 yılında nükleer başlık taşıyabilen stratejik denizaltıları kullanmaya başlaması ile Türkiye’deki üslere olan ihtiyaç azalmıştır. Nitekim, ilerleyen süreçte Sovyetler Birliği’nin Akdeniz’deki varlığı artmaya başlayınca hem Türkiye'nin hem de Doğu Akdeniz’in güvenliği açısından Kıbrıs’ın önemi artmıştır. Bu nedenle ABD, Kıbrıs sorununda Türkiye’ye karşı daha yumuşak bir tavır tercih etmeye başlamıştır.''
1990'lara gelindiğinde Türkiye'nin temel mallar üretebilen ve bunun yanında işlenmiş sanayi ürünleri de üretebilen bir endüstrisi ortaya çıkmış bulunuyordu..Sovyetlerin dağılması ile Türkiye'nin üzerindeki büyük tehdit de ortadan kalkmış oldu..1990'lar sonrası Türk-NATO ilişkileri ayrı değerlendirilmelidir..Çünkü Türkiye'yi, NATO ittifakına zorlayan ana unsurun kendisi ortadan kalkmıştı..Artık Türkiye NATO ile ilişkilerini kendi sececeği zeminde ve kendi belirleyeceği şartlarda ve kendi çıkarlarına uygun olarak şekillendirebilir..1990'lar sonrası Türk-NATO ilişkileri ayrı bir yazı konusudur..

(Devam edecek)
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
http://www.anlayis.net/makaleGoster.aspx?dergiid=13&makaleid=3537
http://www.rehberim.net/forum/diger-ders-odevler-420/82276-1980-sonrasi-turkiye.html
http://www.scribd.com/doc/20649269/FAH%C4%B0R-ARMAO%C4%9ELU-20-yuzy%C4%B1l-siyasi-tarihi
Eski gazete manşetleri ve fotoğraf için :http://www.dunyabulteni.net/?aType=tarih&kategoriID=178

1 yorum:

Niçin mi fikir değiştiriyorum? Çünkü ben fikirlerimin sahibiyim; Kölesi değil! Fikirlere karşı hiçbir taahhüdüm yoktur; ister korur, ister değiştiririm. Cenap Şahabettin

Ne kadar az bilirseniz; o kadar şiddetle müdafaa edersiniz. Bertrand Russell


Yarın yeni şeyler öğreneceğim..Ve bu nedenle bugünkü fikirlerim yarın değişebilir. Ben sadece verdiğim sözlerin tutsağıyım, düşüncelerimin ve fikirlerimin değil! Y.A

Konuşup anlaşamayacağım hiç kimse yoktur; anlaşamıyorsak konuşamadığımız içindir. Y.A

Sayfa Görünümü

Buradaki yazılar, tamamen kendi düşüncelerimi ve fikirlerimi içerir. Burada sunulan bilgilerin, kullanılan verilerin doğru ve güvenilir olması için gereken özeni göstermiş olsam da size doğruluğunu ve kesinliğini garanti edemem. Yazılarım, herhangi bir kişi veya zümreyi hedef almaz. Hiçbir kurum veya kuruluş ile bağlantılı değildir. Bu blog, kişisel bir blog olup yazıların yayım hakkı Yusuf Aygün'e aittir. Kaynak göstermek ve link vermek şartıyla yazılarımı kullanabilir, alıntı yapabilirsiniz... Her yazı, bir emeğin ürünüdür. Emeğe saygı göstermenizden dolayı teşekkür ederim.