• Kısa ve orta dönem yerine uzun döneme
  • Parçalar yerine bütüne
  • Olaylar yerine yapı ve sistemlere
  • Sonuçlar kadar sebeplere
  • Tek boyutlu düşünceden çok boyutlu düşünceye

22 Haziran 2012 Cuma

Yeni Dünya Düzeni Ve Türkiye...

Yeni Dünya Düzeninin Arefesinde...

Birçok meselenin veya yeni şekillenen herhangi bir dinamiğin evveliyatı olduğundan meselelere tarihi perspektifden bakmanın daha doğru analiz olduğu söylenir. Fakat bu perspektif, on bin yıl mı olmalı, üç asır mı, son elli yıl mı? İnsan doğası ve ihtirasları için, bence, onbin yıla, güç dengeleri ve milletler mücadelesine ise hem kısa hem uzun geçmişten bakmak gerekecektir. Son 30 yıldaki uygarlık düzeyindeki değişim, geçmiş bazı bin yıllardaki değişiminden çok daha fazladır. Yani bu yüzyılda bir ''on yıl'', geçmiş çağların ''bir yüzyıl''ından daha büyük değişim içermektedir.. Milletler mücadelesine hala birçok analist, ya çok kısa zaman dilimden ya çok uzun perpektiften bakmaktadır. Tek zaman diliminden bakmak,  hatalı bir yaklaşım olacaktır. Mesela M.Ö. 500 ile M.S. 500 arasında teknolojinin  ve uygarlığın düzeyinde çok az bir ilerleme vardır ..M.S. 500 ile M.S. 1500 arasında da bu böyledir. Fakat 1900 senesi ile 2000 senesi arasında muazzam fark vardır. 1700 ile 1900'lü yıllar arasında da böyle..Yani yakın zamandaki yüzyıllık bir zaman dilimindeki değişim, geçmişteki bin yıldan daha büyük farklar içermektedir. Binlerce yıl boyunca korunan kimi kimliklerin veya dillerin son 50 yıl gibi bir peryotta unutulur hale gelmesi bu nedenledir. Tarih tekerrürden ibarettir tezi yeni dinamikler nedeniyle birçok konuda artık tekerrür etmeyecektir..Endüstri devrimi tarihin akışını komple değiştirmiştir.Teknoloji ve iletişim çağı, kültürel asimilasyonu anormal düzeyde hızlandırmış ve 1789 fransız devrimiyle başlayan milli kimlikleri elde etme hırsının, nüfus olarak az olan toplumlarda, etnisitelerde, milletlerde zayıflayacağını ve bu şekilde bağımsız olmuş milletlerin bile  hızlı bir erime sürecine gireceği dönemdeyiz. Yani kendi kimliğini oluşturmak için mücadele veren kimi toplumların artık kendi kimliklerini, kendi elleriyle teslim edeceği ve kendi kimliklerini çağın gereği olarak kendi rızalarıyla terkedeceği bir döneme girmiş bulunmaktayız. Bu notu buraya düşmemin nedeni yazının devamında kendiliğinden ortaya çıkacaktır.

Dünyamızı Değiştiren Yeni Dinamikler
Yeni dönemde farklı coğrafyalarda farklı oluşumlar gözlenecektir. Refah seviyesi yüksek toplumlar ile fakir toplumlarda farklı dinamikler etkin olacaktır. Zenginleşen toplumlarda konsolidasyon, fakir devletlerde balkanlaşma gibi..

1- Teknolojinin el değiştirmesi ve gelişmiş ülkelerin tekelinden yeni gelişmekte olan ve belli ölçeğin üzerindeki ekonomilere transferi
2-Yeni güç merkezleri
3-Kültürel asimilasyonun anormal düzeyde hızlanması, yerel kimlik sayısında azalma ve ortak kültür havuzlarının oluşumu
4- Başarısız devletler
5-Toplumsal bağlar zayıflarken şiddet içeren ideolojilerin taraftarında artış; terörün her ülkede görülebilecek kadar yaygınlaşması, sıradan hale gelmesi ve toplumların veya devletlerin birbirine karşı silah gibi kullanması

Yeni Dünya

1- Ekonomik krizler
  • 2008 Krizi ile açığa çıkan gelişmiş ülkelerin üstü örtülü zayıflıkları, gelişmiş ülkeler için endişe kaynağı olmaya devam ederken gelişmekte olan ülkelerin kendilerine özgüvenlerini ve cesaretlerini artırmıştır. Dünya düzenini batılı ülkelerin tek taraflı belirleme dönemi sona ermiştir. Gelişmekte olan ülkeler de artık dünya düzeninin konuşulduğu masada kendilerine sandalye istemektedir. Gelişmiş ülkelerin bu rol paylaşımını kabul edip etmeyeceği veya yeni dünyaya ne kadar hazır oldukları belli değildir. Batı ülkelerinin cazibe merkezi olmaktan çıkışı, zayıflayan ekonomilerine paralel soft-power-diğer ülkeleri kültürel ve sosyal olarak etkileme kabiliyetlerinin azalması , ekonomik kriz nedeniyle askeri güçlerinde azalma ve kendi politikalarını dikte ettirememeleri nedeniyle yeni düzen, ABD ve gelişmekte olan yeni güç merkezleri arasında belirlenecektir.
  • Batılı güçler içine düştükleri ekonomik kriz nedeniyle dikkatlerini kendilerine yöneltmiş olduklarından dış dünya ile eskisi kadar ilgili değiller, dış politika kendi gündemlerinde eskisi kadar önem arzetmemektedir ve diğer ülkelerdeki meseleleri şekillendirme veya düzenleme konusunda istekli değillerdir.
  • Uzun süren ekonomik krizler ve buna bağlı olarak toplumlar üzerinde artan stres, kitlelerde umutsuzluk vb negatif etkiler, bireyleri şiddete daha eğilimli hale getirmekte ve böyle dönemlerde ekstrem politik hareketler daha rahat taraftar bulabilmektedir. Böyle kitleleri kütlesel şiddet eylemlerine, savaş vb durumlara ikna etmek daha kolaydır.
  • Gelişmekte olan ülkelerin 1990'lardan beri artan ekonomik güçlerine paralel olarak çevrelerinde etki alanlarını genişletme arzuları artmıştır. Yakın gelecekte batı güçlerinin nüfuz alanları ile gelişmekte olan güç merkezleri arasında kapışma kaçınılmaz hale gelecektir.

2-Kutuplaşma

ABD-AB-İsrail-Hindistan-Japonya-G.Kore-S.Arabistan-(Türkiye)../..Rusya-Çin-İran-Irak-K.Kore-Pakistan
Kutuplaşma, yeni güç merkezlerinin doğuşu ve beraberinde yeni aktörlerin eski düzenin değişmesini istemesi neticesinde çıkan bir süreçtir.  Yeni güç merkezlerinin isteğine eski güçler çoğunlukla karşı çıkacaklar, kendi çıkarlarının sürekli olmasını arzu edeceklerdir. Yeni güç merkezleri, kendi aralarında da güç çatışması yaşayacaklardır. Global güç olarak hiçbir ülkenin tek başına karar verip, tek başına hareket etme yeteneği olmayacağından çıkarları paralel olanlar ile zıt olanlar ayrı ayrı gruplaşacaklardır. Yeni grupların güç gösterisine sahne olarak da çoğunlukla yerel çatışmalar olacaktır. Doğal olarak, çözülmesi mümkün çatışmalar bile çözülemeyecek hale gelecektir. Öte yandan bu ülkeler, yeni yerel çatışmaların oluşumunu da teşvik edecek, yeni sorun alanları da yaratacaklardır. Böylelikle, yerel aktörlerin de katılımı ile kutuplaşma daha fazla aktörü de içerecek şekilde daha geniş alanlara yayılacaktır. 
Büyük güçler ayrışırken küçük ülkeler de giderek bu iki kutup arasında bir gruba dahil olmaktadır. Azerbaycan birinci gruba , Ermenistan ikinci gruba  gibi.
  • Kutuplaşmayı artıran, yaygınlaştıran, besleyen, katalizörü olan ve çözülmesini zorlaştıran en önemli etken, iki ülke arasındaki ihtilafta üçüncü ülkenin sadece biri ile ortak paydada buluşuyor olmasıdır. Yani üçüncü ülkelerin de çatışmalı ülkelerin biri ile çıkarı örtüşüyor hale gelmiş olmasıdır. Bu nedenle büyük güçler uzlaşma sağlamak yerine birine taraf olacaklardır. Geçmiş yüzyılda da yerel çatışmalarda çatışmalı durumdaki aktörler ile büyük güçlerin çıkarları üst üste gelmişse çok hızlı bir kutuplaşma yaşanmış ve çatışan aktörler kendilerine çok rahat taraftar ülkeler bulmuştur. Yani çatışmanın dışındaki aktörler çatışmalı tarafların uzlaşmasından değil kendi çıkarı ile örtüşenin tarafında olacağı ve çatışmaların dolaylı olarak içinde olacağıdır..Böylece yerel çatışmalar bile yerellikten çıkıp global güç çatışmasının dolaylı kapışma alanlarını oluşturacaktır. Örnek olarak Karabağ meselesi nedeniyle Azerbaycan-Ermenistan çatışmasına bakalım...Güney Azerbaycan nedeniyle İran ile Azerbaycan ilşkileri iyi değildir, bu nedenle İran Ermenistan'ı desteklemektedir. İran, gelişen Türkiye'nin ve Türkiye ile ilintili pan-Turkizm akımının Orta Asya kuşağı ile Güney Azerbaycan-Kuzey Azerbaycan üzerinde etkili olacağını düşünmekte, Türkiye'nin bölge üzerindeki nüfuz artışından endişe etmekte ve tampon bölge olarak Ermenistan'ın korunması gerektiğini düşünmektedir. Bu nedenle de Ermenistan'a destek vermektedir. Ermenistan ise kendisi ile ilgili birebir olmasa da başka ülkelerin çıkar çatışması nedeniyle otomatikman kendisine destekçi bulmaktadır. Aynı durum Rusya için de geçerlidir. Rusya'da Türkiye ile igili endişeleri ve kafkasyayı kontrol edebilmek için hem tampon bölge olarak hem üs olarak Ermenistan'ın korunması gerektiğini düşünmektedir. Yani büyük güçlerin çıkarları ile yerel çatışmalı aktörlerin çıkarı örtüşmekte ve taraf olma eğilimi artmaktadır. Diğer yandan İsrail, İran endişesi nedeniyle İran'a karşı Azerbaycan'ı desteklemektedir. Türkiye, hem Azerbaycan Türkleri ile milli bağları olması, Rusya ile kafkasya da nüfuz mücadelesi vermesi nedeniyle Azerbaycan'a destek olmaktadır. Avrupa'nın ve ABD'nin enerji arz güvenliği , Rusya ve İran ile ilgili endişeler bu ülkelerinde  önümüzdeki yıllarda Azerbaycan'dan yana tavır almalarını gerektirecektir. Böylece yerel çatışmalar büyük güçlerin dolaylı çatışma alanı haline gelmekte ve küçük ülkeler bir grup içine dahil olmakta, kutuplaşma artmaktadır. Halbuki normal dönemlerde çatışmalı iki ülkenin iyi ilişkiler içerisinde oldukları ya ortak dost ülkeler oluyor yada çatışmalı taraflardan birinin dostu, diğerinin dostunun dostu konumunda oluyor ve bu aktörler bu tür çatışmalarda uzlaşmacı tavır takınıyor  ve kutuplaşmaya yol açmıyorlardı..Kutuplaşmanın hızlanıp dünya savaşına yol açtığı dönemlerde ise çatışmalı ülkelerin dostları da zaten kendi aralarında kavgalı olduğundan onlar da bu çatışmalara taraf olmaktadır. Şu an böyle bir evredeyiz...Global veya bölgesel blok oluşturmak, on yıl öncesine göre daha kolay hale gelmiştir.
  • Büyük güçler arasında her geçen gün artan tansiyon, bu ülkelerin rakip ülkeleri zayıflatmak için kullandıkları indirek enstrümanları ve üstü kapalı politikaları giderek üstü açık hale gelmekte ve düşmanca politikalar görünür halde icra edilmektedir. Dolaylı düşmanca politikalar, direk  ve aşikar politikalara dönüşmektedir... Bu durum ülkeler arasında uzlaşı kanallarını kapatırken gerilimi artırmakta, öfke ve tepkiye dayalı politikaları öne çıkarmaktadır.
  • Yeni dönemin ana çatışma alanları Ortadoğu, Kafkaslar ve Afrika olacaktır. Büyük güçlerin direk yüzleşme alanları Uzakdoğu Asya ve Ortadoğu olacaktır. (Ekonomik olarak afrika ekonomilerinin gelişimi önümüzdeki on yılda daha da hızlanacaktır. Afrika kıtası, bir taraftan hızlanan ekonomik büyümeleri, bir taraftan artan etnik, mezhep vb çatışmaların yeraldığı paradoksal bir süreçte göreceğiz.Yani bir tarafta 150 milyon nüfusu ile Nijerya, 80 milyon nüfusu ile Etyopya, 40 milyon nüfusu ile Kenya, 50 milyon nüfusu ile G.Afrika, 80 milyon nüfusu ile Mısır, Afrika kıtasının önemli aktörleri haline gelecek , diğer yandan kıtanın nüfusça az veya kültürel olarak harmoni sağlayamayan toplumları da yerel çatışma haberleri ile gündemi oluşturacaklardır. Afrika kıtasının efektif kullanılmayan kaynakları ve bazı ülkelerde nisbi olarak sağlanacak barış ortamı yabancı yatırımları artıracak ve bu ülkelelerde ekonomik gelişim hızlanacaktır. Daha sonra değineceğim gibi etnisitelerin milli kimlik vb davası nedeniyle ortaya çıkan çatışmalar artık zengin ülkelerde ortaya çıkmayacak, fakir ülkelerde ortaya çıkacaktır. Yani fakir zenginden ayrılmayacak, fakir fakirden ayrılmak isteyecektir. Güttükleri davada esasında milli kimlik değil, fakir oldukları için bir umut olarak veya diğerini suçlamalarından ötürü ortaya çıkacak ve isim olarak milli kimlik mücadelesi gibi gözükecektir. Afrika'nın yeni aktörleri eski emperyalistlerin Afrikadaki nüfuzunu azaltma ve kendi hinterlandlarını oluşturmak isteyeceklerdir.
  • Sanayi devriminden sonra endüstrileşen toplumların artan pazar ihtiyacı kolonileşme dönemini tetiklemişti. Pazar ihtiyacı, hammadde temininden daha baskın idi. Yeni dönemde ticaret ve pazarlar global hale geldi. Artık pazara ulaşma değil, hammaddeye ulaşma daha kritik hale gelmiştir. Bu nedenle yeni dönemde ham madde kaynağı bol ülkeleri kolonileştirme çabaları öne çıkacaktır. Yani bu dönemde ham madde temini, pazar elde etmeden daha baskın hale gelecektir. Bu durum büyük güçlerin Orta Asya ülkeleri, Afrika ülkeleri veya Moğolistan gibi ülkeler üzerinde nüfuz hakimiyeti sağlama iştahını artıracak ve küresel tansiyonu artıracaktır.                                                                                     
3- Balkanlaşma

Milletler çağının başlaması ile beraber her etnisitenin, yerel toplulukların, aşiret yapısındaki kavimlerin vb. millet olma ve milli kimlik oluşturma ve buna bağlı olarak milli devlet oluşturma çabası iç içe geçmiş toplumlarda şiddetli iç savaşlara yol açmıştı. Endüstrileşmekte olan büyük güçlerin pazar arayışı ve sömürgeleştirme politikaları nedeniyle kendi aralarında zaten bir küresel nüfuz mücadelesi verilmekteydi. Dolaysıyla bu büyük güçler, kendi rekabetlerini yerel aktörler üzerinden dolaylı bir mücadeleye çevirmişlerdi ve bu durumu dünya harbine giden bir süreç takip etmişti.  

Milletlerin çağının en önemli parametresi milli gururdu. Yani bağımsız bir toplum olmak, zengin ve refah içinde olmaktan daha önemliydi. Zaten bağımsız olunca doğal olarakta zengin toplumlar olunacağı düşünülüyordu. Yani milli kimlik ve bağımsız devlet mücadelesi zenginleşmek için değil, dış güçlerden esinlendikleri milli gurur içindi. Balkanlaşmaya giden bölük pörçük devlet yapıları da böyle ortaya çıkmıştı. 

Fakat şu anki yeni düzen artık küçük devletlerin ve nüfusça az olan toplumların bağımsız yaşama dönemini sona erdirmiştir. Şöyleki nüfusça az ve coğrafyası küçük  topluluklar veya devletler bağımsız kalırlarsa fakir kalacaklardır. Zengin olmak içinse bir bütünün parçası haline gelip milli kimliklerini feda edeceklerdir. Aynı anda hem bağımsız hem zengin olma dönemi küçük ekonomik ölçekli toplumlar veya devletler için mümkün değildir. 

Bu dönemde devlet kurmak kolay, yaşatmak daha zor hale gelmiştir. (Bu durumu ilerde daha detaylandıracağım)

Globalleşmenin ve Kültürel asimilasyonun hızlandığı dönemde konsolidasyon yerine balkanlaşma niye artmaktadır ?

Esasında bir büyük ve zengin devletin etrafında yer alanlar, zenginleşme isteği öne çıktıkça büyük güce tabi olmakta ve konsolidasyon artmaktadır. Fakat bir büyük ve fakir devletin veya başarısız devletin çatısı altındaki farklı etnisiteler zenginleşemedikleri için ayrılmayı tercih edeceklerdir. Yani dünyada hem konsolidasyon hem balkanlaşma farklı coğrafyalarda beraber yürümektedir. Zenginleşen ülkeler etrafında konsolidasyon, fakir ülkeler etrafında ise balkanlaşma öne çıkacaktır.

Şu anki balkanlaşmanın esas itici gücü 1800'lerdeki ''milli kimlik'' olgusu değildir. 2000'lerdeki etken olgu, zengin yaşama olgusudur. İkinci dünya savaşından sonra bağımsız devlet sayısı hızla yükselmişti. Fakat bu kurulan yeni ülkelerin ve devletlerin bir çoğu halklarına refah getirmemiştir. Irak, Suriye,Ürdün, Libya, veya diğer Afrika, Uzak doğu ülkeleri.. Irak, 400 sene huzur içinde yaşamaktayken son yüzyılın en çatışmalı alanlarından biri haline gelmiştir. Petrolü olmasına rağmen halkına refah sağlayamamıştır. Böyle olunca da ülke içindeki farklı kimlikler, aynı çatı altında zenginleşemeyince ayrı devlet olma iç güdüsüne sarılacaklardır. 

Sınırların batılı güçlerce cetvelle çizilmiş ve aynı etnisitenin farklı ülke topraklarında kalmış olması çatışmaları artıran bir unsur olarak sürekli lanse edilse de ve geçmişte bu tez ana tez olarak ileri sürülse de, bence, bu dönemdeki çatışmaların esas itici faktörü bu etnisitelerin  zengin ve refah toplumu haline gelememeleri ve ait oldukları devletlerden memnun olmamalarıdır. Bu durum  ayrı devlet kurma isteğini artırmakta ve bunu gerçekleştirebilmek için de diğer devlette kalan etnisite ile birleşme isteğine yönelmektedirler. 

Bugünki balkanlaşma süreci, fakir devletlerde, gelişememiş ülkelerde veya gelişemeyen ülkelerde ortaya çıkacaktır. Halbuki geçen yüzyılda , zengin devletler içindeki zengin etniseteler bile milli gururu oluşturmak için bağımsızlık mücadelesi vermekteydi.

Afrika, Ortadoğu ve Uzak doğu da bazı ülkeleri balkanlaşmaya iten sebep bu olacaktır. Öte taraftan fakir ülkelerden ayrılıp bağımsız devlet olanlarda ölçek ekonomisinin küçük olması nedeniyle fakir kalmaya devam edecektir. 

Kültürel Asimilasyon ve Başarısız Devletler...

Arap baharı, Arap devletlerinin bir çoğunun başarısız devletler olması ve halkına refah getiremediklerinden ortaya çıkmış bir olgudur. Arap baharı, kitlelerin demokrasinin erdemine ulaşmaktaki iştahlarından ziyade mevcut düzenin toplumu zenginleştiremediğinden ortaya çıkmış bulunmaktadır. Başarısız devletler, şu an için Irak gibi, ülkeler olsa da yakın gelecekte ölçek ekonomisinin küçük olması nedeniyle geçmişte  bağımsız veya yarı bağımsız olduğu için mutlu olan ülkelerin veya devletlerin de başarısız ülkeler kategorisine gireceklerini düşünüyorum. Bu tür ülkeler, Avrupa'daki İsviçre gibi hem kendisi hem çevresi zengin ve endüstrileşmesini tamamlamış ülkeler değidir. Bu tür ülkeler, örnek vermek gerekirse, Arnavutluk, Yunanistan, Bulgaristan, Gürcistan, Kırgızistan veya K.Iraktaki Kürt federasyonu gibi ülkeler olacaktır...

1- Ülke küçük olduğu için iç pazar büyük değildir. Bu tür ülkeler fakir olmaları veya ekonomilerinin küçük olmaları nedeniyle ağır endüstriler, büyük işletmeler tarafından tercih edilmezler. Bu tür iş alanları açmak için de ülkenin sermaye birikimi veya devletin bütçesi yoktur. Ülke için gereken altyapı, demiryolları, karayolları yapmak için yeterince kaynağı yoktur. Ekonomisi büyük olmadığından, gelişmiş olmadığından devlet bütçesi de küçüktür. Bu tür ülkeler, nitelikli iş gücü üreterek ve eğitim sistemini geliştirerek bilgisayar yazılımı gibi sermayeden çok Know-How gerektiren işlere yönelerek bu dezavantajarını gidermek isteyeceklerdir. Bunun için de iyi düzeyde ve akademik kadrosu güçlü eğitim kurumlarına ve üniversitelere ihtiyaç vardır. Hali hazırda yetişmiş kadroları olmadığından yurt dışından uzman getirmek gerekecek ve bu çapta eğitim kurumlarını kurmak ve  güncel tutmak için de  büyük ödenekler gerekecektir. Diyelimki ülke bunu da fedekarlık yaparak finanse etti. Kendisinin global çapta şirketi olmadığından mezunlarını global şirketlerin hizmetine sunacak ve ülke onlara çalışıyor olacaktır... Yine bu ülkelerde sanayi vb olmadığından iyi düzeyde mühendis yetiştirmekte olanaksızdır. Çünkü endüstri ile eğitim kurumları birbirini besleyen kaynaklardır. Ve her ikisi de bazen bağımsız bazen beraber bilgi üretir. Biri olmadan tek bir kaynaktan sürekli bilgi üretmek mümkün değildir. Ülkenin bütçesi olmadığından mesela uzay teknolojisi olmayacaktır. Böyle ülkelerin bir çelik sanayisi, makina sanayisi olmadığından bir teknoloji üretim merkezine dönüşmeleri olanaksızdır. Teknoloji üretebilmek için aynı yerde kullanıcıları veya bu tür merkezlerden talebi olan kurumlara ihtiyaç vardır. Bu ülkelerin büyük laboratuvarlar kurması ve eğitim sisteminide büyük ülkeler düzeyine çıkarması olanaksızdır. Sadece sosyal dallarda eğitim vermekte ülke ekonomisini kalkındırmayacaktır.

2- Bu ülkelerin zeki çocukları, daha iyi eğitim almak için gelişmiş ülkeleri tercih edecektir. Eğitim aldıktan sonra da hem zekalarına ve becerilerine hem de aldıkları eğitime uygun işlerde çalışmak isteyecek, fakat kendi ülkelerinde bu tür firmalar olmadığından ya gittikleri ülkede, ya global şirketlerde, ya yakın coğrafyadaki büyük devletlerin firmalarında çalışmak zorunda kalacaklardır. Yani küçük ülkelerin beyin göçüne engel olmaları imkansızdır.

3- Teknolojinin ulaştığı düzey itibariyle üst düzey teknolojiler çok pahalı hale gelmektedir. Uzay ve uydu teknolojisine, genetik, malzeme, robotik ve nanoteknoloji  vb. teknolojilere  bu tür ülkelerin yatırım olanakları olmadığından bu ülkeler endüstrileşme de geri kalacaktır. Diğer yandan savunma teknolojilerinin de pahalı ekipmanlara dönüşmesi, bu tür ekipmanların uydu teknolojisi, malzeme teknolojisi, genetik bilim, robotik teknolojiler vb dallarla ortak çalışmanın ürünü olarak ortaya çıkması ile bu ülkelerin bu teknolojiyi ne üretme ne satın alma imkanı olmayacaktır. Örneğin yeni nesil savaş uçağı F-35'lerin bir adetinin 130-150 milyon $ olduğu düşünülürse bu ülkeler bu ekipmanlardan ne kadar alabilecektir? Üst düzey savunma teknolojisine ulaşamayınca da  bu sefer bu ülkelerin savunması zayıf kalacaktır. Dolaysıyla kendi savunmaları için bile bir büyük güce yaslanmaya gereksinim duyacak ve bağımsızlıklarından ödün vereceklerdir. 

4- Ülkelerin küçük olması nedeniyle bu ülkelerin, toplumsal etkileri yüksek TV, sinema vb. gibi sahalara büyük bütçeler ayırmaları olanaksızdır.Bu tür görsellerin dışarıdan ithal edilmesi halinde ise kendi Tvlerinde bile sürekli başka ülkelerin kültürel etkilerine maruz kalacaklardır. Bu durum da diğer ülkelerin kültürel ve yaşam biçimlerine benzeşimi artıracaktır. 

5- Ülke ekonomisi küçük olduğundan ve birçok ürünü de üretemediğinden başka bir büyük ekonomiyle ticari etkileşim artacaktır. Ticarette bile o büyük ülkenin dili kullanılmaya başlayacak ve bireyler için de gelecek için en önemli olgulardan biri,  ticaret yapılan o büyük ülkenin dilini öğrenmek olacaktır.

Zaman sonra bu ülkelerde, yakın coğrafyadaki kendinden çok büyük ülkelerin kültürü, kendi kültürlerine baskın olmaya başlayacaktır. Bu ülkeler zenginleşebilmek için ya bir büyük ülkenin hinterlandı veya nüfuz alanı olacak, böylece bağımsızlığından ödün verecek, ya fakir olmayı tercih edip güçsüz kalacağı içinde daha uzun zaman diliminde sıkıntı çekerek eriyecektir.

Kültürel Asimilasyona yol açan global nedenler

Dünyada her 14 günde bir yerel dilin unutulduğunu biliyoruz...Binlerce yıl boyunca korunmuş bu yerel dillerin birdenbire bu kadar çabuk tükenmesini neye bağlamak gerekir?

Son yüzyıl öncesine kadar, yeryüzünde iletişim ve ulaşım bu kadar yaygın değildi. Dolaysıyla birçok kültür ve topluluk dış dünya ile çok az etkileşim içinde bulunuyordu. Dağlık veya çöllük coğrafyalarda kabilelerin, dış dünyadan izole yaşam tarzı nedeniyle başka kültürlerle etkileşimleri azdı ve bu nedenle kimliklerini koruyabiliyorlardı. Sanayi çağının başlaması ve ardından globalleşmenin hızlanması, kültürel etkileşimin hızlanması neticesinde yerel kültürler başka kültürlerin şimdi çok daha geniş ölçüde etkisinde kalmaktadır. Etkileşim içinde olunan kültür, daha geniş, yaygın ve gücü veya zenginliği temsil eden topluluğun ise bu kültür yerel kültürlere baskın çıkıyor ve yerel unsurlarında yeni kültürü olarak ortaya çıkıyor.

Endüstrileşme ve buna bağlı olarak şehirleşme ve kırsaldan sanayi bölgelerine yoğun göç, bu kültürlerle etkileşimi olağan üstü artırmıştır. Yeni yerleşilen bölgede çoğunluk baskın kültürün unsurları ise, ilk göç eden kuşak kendi dili ve kimliğini fanatik derecede korumak istese de günlük hayatta baskın kültürün hakim olması, sonraki kuşakların göç edilen yerde büyümesi, çocukluktan yetişkinliğe kadar diğer kültürde büyümesi, farklı kültürler arasındaki kız alıp vermeler vb faktörler ile üç veya dört kuşak sonra yerel kimlik kaybedilmektedir. Bu durum doğanın bir yasası olup Mısır'daki iki asır önceki Türk unsurların Araplaşması gibi Türkiye'ye göç eden Çerkezlerin de Türkleşmesi doğal bir durumdur.

İletişim çağı ile evlerdeki TV'lerin ister istemez baskın kültüre ait görseller yayımlaması, kültürel asimilasyonu hızlandırmıştır. (çünkü baskın olan kültüre ait yayımcılar çoğunlukla ülkedeki hakim dile yönelik TV serileri, diziler vb yayınlayacağından en ücra yerleşim yerlerinde bile o dili öğrenme ve o kültürü tanıma artacaktır.)

Merkezi eğitimin resmi dil ile yapılıyor olması veya daha iyi şartlarda iş bulmak isteyenlerin o dili bilmek zorunda olması veya daha iyi eğitim için daha büyük şehirlere gidilmesi, iş imkanı için de endüstrileşmiş şehirlere göç, ister istemez kültürel asimilasyonu yoğun hale getirmektedir.

Bu nedenle ''geçmiş bin yılda erimeyen kimlikler şimdi 20-30 yılda mı eriyecek, bin yıl boyunca korunan kimlikler yine kendilerini korur'' tezi bu nedenle geçersizdir. Geçmişte birçok yerel kimlik korunmuştu çünkü geçmişte toplumlar arası kültürel etkileşim çok azdı. Hatta eski devirlerde çok yakın mesafede yaşadığı halde birbirinin dillerini bilmeyen çok kavim vardı..O devirlerde turizm, kütlesel mal-ürün üretimi ve ticareti, tv'ler, yaygın resmi temel eğitim vb gibi kültürel etkileme gücü çok yüksek birçok faktör yoktu. Şimdi ise binlerce mil ötedeki toplumların dilleri ve kültürleri bile öğreniliyor, yaygınlaşıyor..Bu çağın oluşturduğu dinamiklerin 20 yıllık etkileme düzeyi, çok eski çağların bin yılından daha etkilidir. Geçmiş yüzyıllarda hakim unsurlar, bu tarz bir kimlik asimilasyonunu ancak askeri güçle gerçekleştirmeye çalışmış ve çoğunlukla başarısız olmuştur. Çünkü topluluklara bu kimliği bırakın dediğinizde yerine ne koyacağını o topluluklar bilemeyecektir, çünkü geçilmesi istenen kültürle etkileşim içinde değillerdir ve diğer kültürü tanımıyorlardır.  Bu yüzden eski kimliklerini birçoğu bırakmamıştır.  Şimdi ise durum tamamen farklıdır.

Dünyanın her yerinde görülen şu anki kültürel asimilasyon globalleşmenin ve iletişim çağının doğal bir sonucudur ve yerel kimliklerin unutulması hızlanacaktır. Farklı kimliklerin zenginlik olarak addedilen birçok kültürel değeri de zaten baskın kültürlere ait olmaya başlayacak, böylece farklılık gibi unsurlar da ortadan kalkacaktır. Yani Urfa lahmacunu , İstanbul mutfağının bir parçası haline gelirken Bursa Beytisi de Hakkari mutfağında pişecek ve iki mutfak kültürü de birleşecektir gibi.


Buradan hareketle Türkiye'de ki kürt meselesine bakalım. Batıya göç etmiş en fanatik kürt milliyetçisinin günlük hayatındaki yaşam biçimi, güneydoğudaki kürt unsurlardan çok daha fazla, göç ettiği yerdeki Türk unsurların yaşam biçimine benzemektedir. Yani kültürel kimlik olarak farklılığı, çoğunlukla kullanmadığı Kürtçe (çünkü yeni yerleştiği yerde Kürtçe yerine Türkçe yaygındır) ve farklı ırktan geldim bilincidir. Onun haricinde her yönü ile Türkleşmiştir. Yani en fanatik olanın bile günlük yaşantısını ve davranış biçimini tamamen Türk kültürü üzerine bina ettiğini görmek bu yüzden şaşırtıcı değildir. Sadece sorulduğunda sözlü olarak kendi kimliğini korumakta ama fiiliyatta Türkleşmiş durumdadır. Kendisi kimliğini ısrarla korumaya çalışsa bile kendisinden sonraki kuşaklar bu kimliklerini koruyamayacaklardır. Başka bir örnek, Türkler hristiyan olsa idi, Almanya'ya göç eden Türkler de bir yüzyıldan kısa zaman diliminde ister istemez almanlaşacaktı. Mevcut durumda da, din haricinde Almanya'daki Türklerinde yaşam biçimi Türkiye'den daha çok Almanlara benzeyecektir..Yemekleri, eğlence şekilleri, giyim tarzları.vb (Kültürel asimilasyonu yavaşlatan ve etkisini kısmen azaltan en önemli unsur ise din faktörüdür. Farklı dine mensup azınlıkların erimesi, aynı dine mensup olanlara göre çok daha uzun zaman almaktadır ) 

1980 öncesi Türkiyesinde Anadolu'nun birçok köyünde ilkokul dahi yoktu, Tv yoktu, iç ticaret gelişmemişti ve kara yolu vb ulaşım yoktu. Şimdi Hakkari'nin en ücra köyünde bile Türk televizyonları ve Türk dizileri seyredilmektedir. Yerel unsurlar buna engel olmaya çalışsa bile, günümüzde orta ölçeğin üstündeki birçok ülke bile Amerikan kültürüne ve sinemasına karşı koyamazken, yerel unsurların hem global etkilere hem yakın coğrafyada yaşadığı daha geniş toplulukların kültürel etkilerine engel olmaları mümkün olmayacaktır.. Yeryüzünün diğer yerel kimlikleri gibi Kürt kimliği de eriyecektir. İran'da mevcut düzeninin korunması halinde de 35 milyon civarındaki Güney Azerbaycan Türkleri de eriyecek ve onlarda farslaşacaklardır. Bu durumun istisnası ancak Türkiye'nin cazibe merkezi olması ile bu kitlelerin yönünü Türkiye'ye çevirmesidir veya İran'ın ekonomik olarak gelişememesi veya parçalanmasıdır, aksi durumda İran'da da birçok yerel kimlik eriyecek ve ortak fars kültürü hakim olacaktır.

Yeni dünya düzeninde kimlik mücadeleleri tamamen refah seviyesinin düşük olduğu toplumlarda fakirlik nedeniyle çıkacaktır ve bu  mücadeleler, etnik kimlik, din (secterian), mezhep vb çatışmaları görüntüsünde olacaktır. Yani çatışmaların ana kaynağı etnik veya dini kimlik değil fakirlik kaynaklı olacak, ancak etnisiteler mücadele edebilmek için etnik kimlik, dini değerler vb.gibi unsurları birleştirici unsur olarak, bir araç olarak kullanacaklardır. Ayrı kimlik olgusu amaç değil araç olarak kullanılan bir olgu olacaktır. 

Yeni Dünya Düzeninin Çıktıları

  • Dünyada üst kültür olarak Amerikanın başı çektiği endüstrileşmenin sonucu olarak ortaya çıkan popüler kültür, dünyanın her yerinde etkin olacak, bir ölçüde her milletin kültüründe yer tutacaktır. Milletlerin birbirine benzemesi artacaktır.
  • Yerel kültürler dendiğinde ilk 20-30 ülkenin kültürü akla gelecek ve diğer kavimlerin, nüfusça az toplulukların vb. kültürleri ise bu kültür havuzlarının içinde eriyerek yok olacaktır.
  • Afrika kıtası , 1990'ların Asya kaplanları gibi, büyük bir atılım ve buna bağlı olarak bir  yatırım fırsatı olarak öne çıkacaktır.
  • Emperyalist ülkelerin kendi dillerini yaymış olmalarından dolayı Afrika vb yerlerde ingilizleşme veya fransızlaşmanın sonucu olarak fransız veya ingiliz ırkı beyaz ırk tanımından çıkacaktır. Örneğin, Afrika'daki unsurlar bile ingiliz kültürünü temsil ediyor olacak, doğal olarakta İngiltere'de milli kimlik, farklı kimliklerin eriyerek oluşturduğu Amerikanvari kimliklere dönüşecektir. Yani AB ülkelerinin de özgün kültürlerini koruma durumu olmayacaktır. Öte yandan Arap coğrafyalarında homojen bir arap kültürü oluşacak ve yerel kavimler ortak üst kültür içinde eriyecektir. Hindistan'da egemen hint kültürü, Çin'de egemen Çin kültürü, ülke içindeki yerel kültürleri eritecek ve kendi içlerinde homojen kültür yaratacaklardır. vb.
  • Küçük ölçekli ekonomiye sahip toplum ve devletler bir bütüne ait olmaya doğru zorlanacak ve bağımsız devlet olgusu ve milli gurur gibi faktörlerin itici gücü azalacaktır.
  • Yeni gelişmekte olan ve nüfusça kalabalık ülkeler güç dengesini değiştirecek, milliyetçilik gibi unsurlar böyle toplumlarda, büyük kültür havuzlarını oluşturan ilk 20 veya 30 ülkede, bu ülkelerin kendi içlerinde oluşturdukları yeni homojen kültürleri temsilen görülecektir. 
  • Dünya, ekonomik büyüklüğü ile ilk 20 veya ilk 30'u oluşturan ülkeler ekseninde şekillenecektir. Bu çaptaki ülkeler, kendi coğrafyalarında veya komşu oldukları yerel toplulukları doğal olarak eriteceklerdir.. 
  • Yeni düzende kutuplaşma ilk 20-30 ülke arasında daha da netleşecektir. Hammade temini ve buna bağlı olarak çıkar mücadelesi kutuplaşmayı artıracaktır.
  • Latin Amerika ülkeleri bir güç merkezi olarak dünya politik arenasında sahne almayacaklar, kendi kıtalarına odaklı ve global güç dengesinden uzakta kalmayı tercih edeceklerdir. Venezuella gibi ülkelerin yer yer çıkışları olsa da bu durum daha çok iktidardaki yöneticilerin politik görüşünden kaynaklanmakta, devlet ve ulus olarak global meselelerin içinde somut varlık gösterme konusunda Latin Amerika toplumlarının kendi  içlerinden gelen bir hırs veya global oyuncu olma arzusu bulunmamaktadır. 
  • Global şirketlerin artık hangi ülkeye ait olduğu tartışmalı hale gelecektir. Global şirketler, devletlerden bağımsız yapılarmış gibi ortaya çıkacaklardır. 
  • Başarısız devlet sayısı artacak, üst düzey teknolojinin daha da pahalı hale gelmesi ile yarıştan kopan ülkelerde toplumsal yeni arayışlar ve doğal olarak huzursuzluk artacaktır.
  • Büyük güçler arasında askeri güç dengesini sağlamak için daha fazla harcama yapılacak, öte yandan AB'nin dünya politikalarında gücü azalmaya devam edecektir.

Türkiye 
  • Türkiye batı ekseni ile beraber hareket etmeye devam edecektir. Son dönemlerde daha bağımsız dış politika güdülse de bu politikalar zamanla tekrar ABD eksenli olmaya dönecektir... Çünkü bölgede ABD ile Türkiye'nin çıkarları çoğunlukla örtüşmeye devam edecektir. Türkiye, Rusya ve İran'ın hedefinde olmaya devam edecek ve çevresindeki birçok ülke tarafından ''Batının Truva atı'' suçlamasına maruz kalacaktır. Özellikle Türkiye'nin, Avrupa'nın Rusya'ya olan bağımlılığını azaltacak alternatif enerji koridorları geliştirmesi, Kafkasya'da artan etkisi, Rusya'ya karşı ABD ile politika üretmesi nedeniyle Türkiye ile Rusya arasında - aralarında kuvvetli ticari bağlar gelişmesine rağmen- çekişme yaşanacaktır
  • Türkiye, İsrail ile ilişkilerini düzeltecektir. Türkiye'nin yeni dönemde dış politikada rakipleri İran ve Rusya olacaktır. 
  • Türkiye, çevresindeki ülkelerden teknoloji ve endüstri düzeyi olarak kopacaktır. Bu nedenle yarışta geride kalan Yunanistan, Bulgaristan vb komşuları ile ihtilafı da azalacaktır. Daha doğrusu diğerlerinin rekabet edebilecek gücü olmayacağından birçok konuda iddialarından vazgeçeceklerdir. 
  • Kıbrıs'da statüko korunacak, adadaki siyasi yapı, mevcut ikili yapı olarak devam edecektir ve AB'nin Türkiye üzerindeki baskılama gücü de azalacağından Kıbrıs, bu hali ile resmi olmasa da fiiliyatta diğer ülkeler tarafından da kabul görecektir. Yunanistan ve G.Kıbrıs Rum kesiminin Türkiye ile rekabet edebilecek durumları olmayacağından onlarda bu durumu kabullenmiş gözükeceklerdir. 
  • Türkiye, Uzakdoğu'da varlık göstermeye başlayacak ve o bölgede Endonezya ile ilişkileri bölgedeki diğer ülkelere göre çok daha hızlı gelişecektir. (Türkiye'nin Afrikadaki gelişmelere yeteri kadar önem vermemesi Türkiye için kayıp olacaktır.)
  • Türkiye çevre ülkeler için bir cazibe merkezi olacak ve kültürel etkileme gücü artacaktır. Yakın coğrafyalarda sayıca az olan müslüman unsurlarda Türkleşme hızlanacaktır.
  • Türkiye'nin yeni çağda siyasi olarak etnik unsurlara bölünmesi giderek zayıflayan bir ihtimal olacaktır, 15-20 yıl sonrasında ise bu ihtimal tamamen ortadan kalkacaktır. Türkiye, ancak fakirleşirse bölünebilir, refah seviyesini yükseltmeye devam ettikçe yerel unsurların entegrasyonu daha da artacaktır.
  • Türkiye'de sünni- alevi gibi bir ayrım giderek azalacaktır. Çünkü zenginleşmenin bir sonucu olarak bireylerin yaşam tarzına, dini referanslar yerine daha fazla amerikanvari yaşam biçimi hakim olacaktır. Toplumlar zenginleştikçe, eğlence, tatil vb. aktiviteler bireylerin yaşamında daha fazla yer tutacak ve dini bağlar zayıflayacaktır. Türkiye'nin artan dış ticareti nedeniyle yabancı kültürlerle daha fazla etkileşimde bulunacak olması, Türkiye'nin turizm ülkesi olması nedeniyle yabancı unsurların yerel unsurlarla kültürel tanışmaları ve artık Türk vatandaşlarının da yabancı ülkelere turist olarak  gidiyor olması, endüstri toplumunun kitlelere dayattığı beraber çalışma-iş hayatında- ve beraber yaşama-şehirleşme- olgusu ve globalleşmenin de etkisiyle Türkiye'de dini bağlar eskisinden daha kuvvetli olmayacaktır. Bu nedenle, Türkiye'de her iki kesimde kendi inanç biçimlerini, eski kuşaklar gibi yoğun olarak yaşamayacağından böyle bir çekişmede kendiliğinden azalacaktır. Diğer bir husus, dış ticaret ve turizmin gelişmesi nedeniyle yabancı kültürler ile daha fazla iletişim, yabancı kültürleri tanıma, ticaret ve beraber iş yapabilmek için karşı tarafa saygı gösterme zorunluluğu vb faktörler toplumları farklı inançlara karşı  daha toleranslı olmaya ve ılıman yaklaşım sergilemeye doğru itmektedir. Toplumun daha toleranslı hale gelmesi, hem kendi içinde hem ülke dışında farklı inançlara ve yorumlara karşı marjinal tutum takınmasını engellemekte ve ötekileştirme gibi negatif davranışları azaltmaktadır. Endüstri toplumlarının bir diğer özelliği olan yurtiçi nüfusun hareketli olması -eğitim, iş vb. nedenlerle yer değiştirmeler, şehirleşme, ticaret vb- nedeniyle her iki kesimin birbirini daha yakından tanıma olanağının artması ve direk iletişim gibi faktörler beraber yaşama kültürüne olumlu katkı sağlayacaktır. Sünnilik veya alevilik, yukarıdaki nedenler ve benzer diğer nedenlerden dolayı ayırıcı bir kimlik olmaktan çıkacaktır. Öte yandan Türkiye'nin Azerbaycan gibi şii Türklerle olan irtibatının artması, Türkiye'yi bu konularda daha dikkatli olmaya itecek ve Türkiye sünni kimliğini ön plana çıkarmaktan daha da uzaklaşacaktır. 
  • Osmanlı benzeri fakat gevşek bir demokratik federasyon oluşumuna talep Türkiye'den değil çevresindeki ülkelerden gelebilecektir. (Fakat Türkiye için çevre ülkeler ile ortak yapıya geçmek Türkiye için zarar, diğerlerine çıkar sağlayacaktır. Irak, Suriye vb ülkeler hiçbir bedel istemeden Türkiye'ye bir il gibi katılmak isteseler bile bu Türkiye'yi güçlendirmeyecek aksine zayıflatacaktır. Yani burada 1+1= 2 değil buradaki denklem 1+a = 1+a şeklinde olacaktır. Buradaki ''a'', katılmak isteyen ülkenin katkı faktörü denirse bazı zamanlarda pozitif, bazı zamanlarda negatif olacaktır. Üstelik bu ülkelerin fakir coğrafyalarını imar etmek ve altyapı külfetine katlanmak Türkiye için ekstra yükler getirecektir. Yine Türkiye zenginleştikçe kendi coğrafyası daha değerli hale gelecek, bu ülkeler bu coğrafyaya ortak olabilmek ve imkanlarından yararlanabilmek için Türkiye ile ilişkilerini geliştirmeye hevesli olacaktır...Yani Erbil'li İstanbul'a ortak olmak isteyecektir. Dolaysıyla Erbil'deki birinin İstanbul'a ortak olabilmesi ona muazzam fırsatlar sağlarken bölgede zaten ticari ve siyasi olarak varolan Türkiye'nin bu bölgelerin sorumluğunu alması avantaj değil, zararına bir ticaret olacaktır. Çünkü İstanbul, Erbil'den çok daha değerli bir markadır. Ortak olduğunun karşılığında ortak ettiğinin değeri, birbiriyle tutarlı değildir. Böyle bir ortaklık her halükarda Türkiye'nin aleyhinedir. Fakat uzun vadede diğer küçük ülkelerin ölçek ekonomisi nedeniyle maruz kalacağı durumlar çevremizdeki ülkeler içinde geçerli olacak, Türk kültürü çevresindekilere baskın gelecektir. Böyle bir dönemde ise resmi olmayan ama fiiliyatta gerçekleşen bir entegrasyon söz konusu olacaktır.
  • Türkiye'de yerel unsurların, kimliklerin Türkleşmesi anormal ölçüde hızlanacaktır. Geçmiş bin yıl boyunca korunmaya çalışılan kimlikler, iletişim çağının doğal bir sonucu olarak ve diğer ülkelerdeki yerel unsurlar gibi, bir bütün içinde çok daha hızlı erimeye başlayacaktır. Türkiye, yerel kimlikleri yasal olarak korumak ve lokal özerklik vermek yerine, bölücü unsurlarla şu anki terörle mücadelesi gibi belli bir bedel ödeyerek mücadelesini sürdürmesi halinde ve kendisi ayrılığı teşvik etmediği müddetçe Kürt meselesi 20-30 yıllık periyotta kendiliğinden bitecektir. Doğal olarak terör sorunu da giderek azalacak ve bitecektir. Yerel kimlik olması nedeniyle bu kimlik de -tamamen olmasa bile büyük oranda- yine terk edilecektir. Bu durum sadece Türkiye'ye özgü olmayıp diğer birçok ülkede de benzer durumlar sözkonusu olacak, örnek olarak, Pakistan'da veya Hindistan'daki yerel unsurlarda o ülkelerin ortak kimliğinde eriyecektir. Geçmiş bin yıl boyunca dünyanın herhangi bir coğrafyasında varlığını sürdürmüş yerel kimliklerin, iletişim çağının sonucu olarak bir 30-50 yıl bile kimliklerini koruması artık mümkün olmayacaktır. Türkiye'de Kürt kimliği de Türkiye'de yaşayan Türkiye vatandaşı diğer kimlikler de (Arap, Çerkez, Boşnak, Arnavut vb.) benzer süreçten geçecek ve bir yüzyıldan çok daha az sürede bu kimlikler eriyecek veya kendini tanımlama, (ayırıcı etkisi) karakteristik özellikleri azalacaktır...
  • Türkiye'de cemaat vb. toplumsal yapılar orta dönemde-20-30 yıllık süreçte- endüstrileşmenin ve artan refah seviyesinin ve bireyselleşmenin bir sonucu olarak azalacaktır. Toplumsal örgütlenme, Avrupada ki sosyal dernek (NGO) benzeri yapılar ile varolacaktır. 
  • Endüstrileşmenin ve globalleşmenin sonucu olarak zenginleşen toplumlarda muhafazakarlaşma azalmaktadır. Türkiye'de de benzer süreç yaşanacak ve Türkiye'de de muhafazakarlaşma sanıldığının aksine artmak yerine daha da azalacaktır. Her değişim bir dirençle karşılaşır. Endüstri toplumuna dönüştükçe sosyal yapılarda ve aile yapısında ister istemez değişiklikler ortaya çıkmaktadır. Bu değişime direnebilmek ve eskiye ait değerleri koruyabilmek için toplumsal katmanlarda bir direnç oluşması tabiidir.  Biryerde bu hızlı değişimi, toplum, değişim olarak algılamak yerine ''bozuluyoruz, yoldan çıkıyoruz, eskiye saygı kalmadı, ne hale geldik diye algılar. Toplumsal değerlerin değişiyor ve eskiye ait biçimlerin terkediliyor olması nedeniyle  terkedilen kimi kültürel değerleri koruma altına alma içgüdüsü ağır basıyor ve bu çabalar Türkiye sanki muhafazakarlaşıyormuş algısına yolaçıyor...Yani toplumun bu çabası, endüstrileşiyoruz  ama değişmiyoruz diyebilmek ve değişmediğini ispatlama çabasıdır. Halbuki bu çabanın varlığı bile toplumun bir değişim içinde olduğunun ifadesidir. Her sanayi toplumu bu süreçten geçtiği için Türkiye'de bu  süreçten geçecek ve değişime mecburi olarak ayak uyduracaktır. Global çağdaş yaşam biçimi ve davranışları yaygınlaşacaktır.(Muhafazakarlaşma, fakir toplumlarda görülebilecek ve toplumları balkanlaşma sürecine itecektir. Refah seviyesi yükselen toplumlarda muhafazakarlaşma ve yabancı düşmanlığı ancak şiddetli ve uzun süreli ekonomik krizler sözkonusu ise ortaya çıkabilecektir. Böyle bir tablo da artan kutuplaşma ile beraber bir dünya savaşına yol açabilecektir. Muhafazakarlaşmanın sanayi toplumu ile beraber varolmasının uzun vadede  neden imkansız olduğu ayrı bir yazı konusu olsun.
İlave Notlar :
Yukarıdaki yazı geleceğe dair bir projeksiyondur. Birçok konuda Türkiye'de istatistiki veri olmadığından, bu yazıyı daha çok diğer ülkelerin ve toplumların geçtiği merhaleleri göz önüne alarak ve diğer toplumların karşı karşıya olduğu benzer yeni dinamiklerin sonuçlarını dikkate alarak yazdım. Buradaki iddia ettiğim bazı değişimler, size çok şaşırtıcı gelebilir veya reel hayattan uzak olduğunu düşündürebilir. Fakat şu an medyada da sıkça tartışılan ve ileri sürülen iddiaların, somut gözlem veya bilimsel araştırmalardan değil algıdan ileri geldiğini düşünüyorum. Mesela Türkiye'nin muhafazakarlaşması gibi

Örneğin, bu algı ile realite arasındaki fark için, muhafazakarlığın arttığına işaret olarak ileri sürülen, başörtülü kadın sayısında artış olduğu iddiasına bakalım. Sanayi toplumuna geçildikçe, kadının çalışma hayatına katılımı artar ve yine toplum zenginleştikçe yaşam tarzı olarak bireyler, boş zaman aktivitelerini daha fazla evin dışında geçirir, eğlence, gezi , sinema vb yerlere daha fazla vakit ayırır, harcama yapar. Türkiye'de de benzer durum yaşanmaktadır. Eskiden Türkiye'de başörtülü kadın sayısı daha fazla idi ama bu kitle, diğer kadınlar gibi, çoğunlukla ya evlerinde, köylerinde veya kendi mahallesinde vakit geçiriyordu. Türkiye zenginleştikçe, tüm kadınların sosyal hayata daha fazla intibak etmesinden dolayı başörtülü muhafazakar kadınlar da iş hayatında, şehir hayatında, eğlence, alışveriş, tatil alanlarında daha fazla görünmeye başladı. Böyle olunca, birdenbire başörtülü kadın sayısının çok hızlı artmaya başladığı zannedildi..Muhafazakar kitlenin de artık tatile gitmeye başlaması ile tatil yerlerinde, sinemaya gitmesi ile sinemada, üniversiteye gitmesi ile üniversitede, iş hayatına katılması ile iş dünyasında daha çok görünür olması nedeniyle başörtülü veya muhafazakar insan sayısında artış olduğu düşünülüyor. Yani başörtülü kitle de artık daha fazla sokağa çıkıyor ve bu nedenle sokakta daha fazla başörtülü görülünce muhafazakarlık artıyor zannediliyor. Halbuki daha çok kadının, eskiye göre evinde daha az vakit geçirmesi, dışarı çıkıp dış dünya ile daha fazla iletişiminin olması, sosyal hayata katılmaları bile toplumda muhafazakarlığın azalacağının göstergesi...Zaten bir toplumda şehirleşme, sanayileşme, sosyalleşme ve iletişim arttıkça muhafazakarlık azalır. Muhafazkarlığın azaldığını somut olarak bugün doğudaki şehirlerimizde gözlemlemek çok daha mümkün...(*)
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Benzer yazılar

Niçin mi fikir değiştiriyorum? Çünkü ben fikirlerimin sahibiyim; Kölesi değil! Fikirlere karşı hiçbir taahhüdüm yoktur; ister korur, ister değiştiririm. Cenap Şahabettin

Ne kadar az bilirseniz; o kadar şiddetle müdafaa edersiniz. Bertrand Russell


Yarın yeni şeyler öğreneceğim..Ve bu nedenle bugünkü fikirlerim yarın değişebilir. Ben sadece verdiğim sözlerin tutsağıyım, düşüncelerimin ve fikirlerimin değil! Y.A

Konuşup anlaşamayacağım hiç kimse yoktur; anlaşamıyorsak konuşamadığımız içindir. Y.A

Sayfa Görünümü

Buradaki yazılar, tamamen kendi düşüncelerimi ve fikirlerimi içerir. Burada sunulan bilgilerin, kullanılan verilerin doğru ve güvenilir olması için gereken özeni göstermiş olsam da size doğruluğunu ve kesinliğini garanti edemem. Yazılarım, herhangi bir kişi veya zümreyi hedef almaz. Hiçbir kurum veya kuruluş ile bağlantılı değildir. Bu blog, kişisel bir blog olup yazıların yayım hakkı Yusuf Aygün'e aittir. Kaynak göstermek ve link vermek şartıyla yazılarımı kullanabilir, alıntı yapabilirsiniz... Her yazı, bir emeğin ürünüdür. Emeğe saygı göstermenizden dolayı teşekkür ederim.