• Kısa ve orta dönem yerine uzun döneme
  • Parçalar yerine bütüne
  • Olaylar yerine yapı ve sistemlere
  • Sonuçlar kadar sebeplere
  • Tek boyutlu düşünceden çok boyutlu düşünceye

28 Aralık 2011 Çarşamba

Avrupa Bu Krizden Çıkabilecek mi ?-V

IV'den devam
Sanayi, istihdam açısından teknoloji ve finans şirketlerine göre daha fazla istihdam yaratıyor..Üstelik üretimde çok sayıda bileşen kullanılması, ekonomide çok sayıda faktörü harekete geçiriyor..Nakliyattan enerjiye her sektör bu dinamizmden istifade ediyor..Fakat -daha önce belirttiğim gibi- global büyüme yavaşlarken ve Avrupa sanayisinin rekabet gücü azalmışken, Avrupa sanayisinin daha fazla üretip daha fazla istihdam yaratması çok zor..Üstelik sanayi de çalışmayı tercih edenlerse, Avrupalı çalışandan daha fazla, göçmenler..

Hizmet sektörlerinde bile Avrupa'da göçmenler daha fazla yer buluyor..Avrupa'nın son kuşakları, atalarının aksine, daha az çalışıp daha fazla kazanma dönemini yaşadıklarından fedakarlığa zorlanması en zor kuşak özelliği taşıyor. Bu nedenle bu kuşak için daha az ücrete razı olup bir göçmenden iş kapması zor gözüküyor..

Yani 1960'larda Avrupa'da toplumsal kültür, üretime ve kalkınmaya daha yatkın bir kültür idi..Ve o yıllarda ise gelişmekte olan ülkelerin toplumsal yapısı ve kültürü, kendi kalkınmalarına engel teşkil ediyordu..Şimdi ise tersi bir süreç yaşanıyor.
Bir zamanlar Avrupa insanı çalışkanlığı ile ün salmıştı. Öyle ki gün doğmadan Avrupa'nın uyandığını hayranlıkla anlatan yazarlarımız vardı. Geceleri bile susmayan fabrikaları ile Avrupa ün salmıştı..Şimdi Avrupa, gün batmadan kapanan mağazaları, gün batmadan tenha sokakları ile gözümüzde canlanıyor.

Avrupa'nın yaşlanan nüfusu, bu ülkelerin en büyük handikapı..Yaşlı nüfus, ülkeler üzerinde artan sosyal harcamalar ve üretmeyen bir yük demek..Üstelik yaşlı nüfusun, tüketici profili açısından da ülke ekonomisine dinamizm sağlaması pek beklenmez..

Diğer yandan beş dolar aylık ücretle, gün boyu çalışan Hintli işçi artık refah istiyor. Artık kendi ürününü çok az bir fiyatla satmıyor. Hindistan, kendi demir cevherini çok düşük bir fiyatla Avrupalı'ya peşkeş çekmiyor. Kendisinden daha az çalışan Avrupalı işçi, başka ülkelerde yaz tatiline çıkarken, Hintli işçi, ağır çalışma koşulları ve düşük ücretle bu refahın bedelini ve yükünü taşımak istemiyor. Artık kendisi için üretiyor.

 Daha önceki bölümlerde değindiğim gibi, gelişmekte olan ülkelerin geçmişte şiddetle dövize ihtiyaçları vardı..Ve artık her birinde büyüyen döviz rezervleri var..Artık ihracat için çabalamalarına gerek kalmadı ve ürettiklerini kendi iç pazarlarında daha fazla tüketerek, kendi refah seviyelerini yükseltme derdinde olacaklar.Kendi hammadde kaynaklarını, yine kendi sanayilerinde işleyecek ve üretimlerinin çoğunu kendileri tüketecek..Yani artık çok ucuza mal satarak, gelişmiş ülkelerin ihtiyaçlarını bir yerde bedava karşılama dönemini de sona erdirecekler..Bu nedenle hem hammadde hem işlenmiş ürün fiyatları son yıllarda hızlı bir artış gösterdi. Yani kimse artık Avrupalı tüketiciye ucuzdan mal satmanın derdinde değil. Ve gelişmekte olan ülkelerin büyüyen iç pazarı, yine kendileri tarafından domine edilecek ve gelişmiş ülkelerin bu büyüyen pazarlardan istifade etmesi kısmi olacak.

Öte taraftan gelişmekte olan ülkelerin çalışanı ürettikçe karşılığında refah istiyor. Ve istediği refahın bir kısmı ise gelişmiş ülkelerde..Bu ülkeler eninde sonunda bu refahı paylaşacaklar..Bu paylaşıma Avrupa direndikçe ve haketmediği refah seviyesinde ısrar ettikçe sonunda  kabaran faturalarla karşılaştılar.

Esasen Avrupa ekonomileri, son yıllarda  güç kaybederken, €(euro) serbest piyasada hakettiğinden daha değerli idi. Bu durum  Avrupa ülkelerinin satın alma gücünü korumasına imkan veriyordu ama ülke ekonomilerinin rekabet etme olanağını zayıflatıyordu. Bu durum, gelişmekte olan ülkelerin Avrupa pazarına daha fazla mal satmasına olanak veriyordu. Bu tüketimin karşılığını ise Avrupa borçlanarak ödüyordu. Avrupa, eskisi kadar üretmiyordu ama eskisinden daha çok tüketiyordu. Aradaki fark borçla kapatılıyordu ama borçların ödenme vakti gelmişti. Eskiden % 3'le borç verenler, şimdi ancak  % 7 faizle  borç verebiliriz diyorlar..

Artık global ekonomide ve güç dengesinde kartlar yeniden dağılıyor. Bu yüzden Avrupa'nın kendi çıkarlarına uygun, sadece kendisine avantaj sağlayabileceği bir düzen yaratma çabası olmayacak..Masaya yeni dahil olan, gelişmekte olan ülkeler bu sefer güçlüler ve buna izin vermeyecekler..Geçmişte, gelişmiş ülkeler, tüm hammadde kaynaklarını ve tüketim pazarlarını kontrol gücüne sahiptiler..Bugün Avrupa, petrol fiyatlarını kendi belirleyemiyor..Kömürün, çeliğin fiyatı artık taleple belirleniyor ve kimse Avrupa'ya sanayi ürünlerini, kömürünü, çeliğini ucuza satmak niyetinde değil..Avrupa, kendi parasını değerli tutarak diğer ülkelerden ucuza ürün temin edemeyecek..Öte yandan sadece € (euro)'nun değerini düşürmekte, rekabet gücü kazanmalarına yetmeyecek..
Avrupa'nın bozulan ekonomileri nedeniyle, Avrupa'da finansman da pahalı hale gelecek..Çok düşük faizle borçlanıp, rekabet eden Avrupalı şirketlerin artık bu avantajları yok..

Sonuçta ortada bir kriz var ve birileri bunun bedelini ödemek zorunda...

İtalya, Liret'e dönüp, devaüle edip, kendi halkını daha fazla çalışmaya, daha fazla fedakarlığa zorlayarak tekrar bu durumdan çıkabilir. Fakat Yunanistan'ın Drahmi'ye dönmesi, Yunanistan için daha kötü sonuçlar doğurur. Zira İtalya'nın hala ciddi bir üretim altyapısı ve üretip dünyaya satabileceği çok ürünü var..Yunanistan'ın ise üretip sattığı çok bir ürünü yok..Yunanistan'ın Drahmi'yi devaüle edip ucuza satabileceği fazla bir ürünü yok ki rekabet avantajı sağlayabilsin..Sadece ucuz bir tatil ülkesi olmakla kalırlar..Üstelik euro'dan çıkarak, euro'da olmanın  sağladığı o avantajı da kaybedip çok daha yüksek finansman maliyetine maruz kalacaklar..

Borç sorununa dönersek, Avrupalı liderler şimdi aldıkları tedbirleri 2010 yılı başında alsaydılar durumu idare edebilirlerdi. Kemer sıktıkları ekonomilerde ki daralma, global büyümeden pay alarak kapatılabilirdi. Şimdi global büyüme yavaşlarken kemer sıkmaya hazırlanıyorlar.

Avrupa bu borç sorununu bir şekilde yoluna koyup, ekonomilerindeki rekabetçi olmayan unsurlarla yüzleşmekten kaçındıkça, sorunları bir kartopu gibi öteleyip, birgün çok daha büyük bir krizle karşılaşacaklar.Yüzleşmekten kaçındıkları, ekonomilerinde rekabetçi olmayan unsurları ise bedel ödemeden refah içinde yaşama sevdaları..1990'lardan sonra çıkan bu hastalıklı tercihden vazgeçmeleri çok zor..Üstelik yaşlı bir nüfusu da tekrar üretkenliğe döndürmek, o çok daha zor..

Sonuç itibariyle, Avrupa ekonomileri gelişmekte olan ülkelere pazar kaybetmeye devam edecek.Avrupa ekonomilerinin tekrar rekabet gücü kazanabilmek için, demografik yapıyı, mevcut kuşakların alışkanlıklarını tekrar özverili ve sıkı çalışma şartlarına uyarlamaları çok zor..Alıştıkları refah seviyesinden, mecbur kalmadıkça ödün vermeleri çok zor..Kısacası Avrupa'nın düştüğü yerden kalkması artık çok zor...

İlave Notlar
Hemen söyleyeyim, ben de bir çoğunu okumadım  fakat ilgilenenler için yararlı linkler ve makaleler var..hem arşiv olarak da burada bulunsun..
2008 Finansal krizi için  : http://vimeo.com/3261363
2011 Avrupa Borç krizi için : http://ciovaccocapital.com/videos/europeandebtcrisis.html


http://www.bbc.co.uk/news/business-16290598
http://news.bbc.co.uk/2/hi/business/7644238.stm
http://www.tradingeconomics.com/
http://www.minneapolisfed.org/research/wp/wp666.pdf
http://www.scribd.com/doc/49755779/Economic-Warfare-Risks-and-Responses-by-Kevin-D-Freeman
http://www.slideshare.net/arifanees/abc-of-global-financial-crisis-2008-presentation
http://www.cato.org/pubs/journal/cj29n1/cj29n1-2.pdf
http://idc.sdu.edu.tr/tammetinler/kalkinma/kalkinma39.pdf
http://www.ekodialog.com/Makaleler/2008-ekonomik-krizi-etkileri.html
http://www.stratejikanaliz.com/kategoriler/ekonomi/2008_ekonomik_krizi.htm
http://scholar.google.com.tr/scholar?q=2008+financial+crisis&hl=tr&as_sdt=0&as_vis=1&oi=scholart
http://spectator.org/archives/2011/05/13/the-true-story-of-the-financia
http://spectator.org/archives/2011/12/29/budget-collapse-too-much-free
http://seekingalpha.com/article/316512-a-thinly-veiled-bail
http://blogs.wsj.com/economics/2011/12/28/what-is-money-and-how-do-you-destroy-it/
http://www.ekodialog.com/Makaleler/gelismekte-olan-ulkelerde-sanayilesme-stratejisi.html
http://www.mmo.org.tr/resimler/dosya_ekler/98475c83b47075e_ek.pdf?tipi=4&turu=H&sube=0
http://eskidergi.cumhuriyet.edu.tr/makale/175.pdf
http://www.esyiad.org/gelimekte-olan-uelkelerde-yaanan-ekonomik-krizler-ve-nedenleri.html
http://www.marketoracle.co.uk/Article32331.html
http://www.marketoracle.co.uk/Article32327.html
http://www.marketoracle.co.uk/Article32219.html
http://www.marketoracle.co.uk/Article32197.html
http://www.marketoracle.co.uk/Article32159.html
http://www.youtube.com/watch?v=4paierbObLE
http://www.marketoracle.co.uk/Article32289.html
http://graphics8.nytimes.com/packages/images/newsgraphics/2011/0924-charts/0924-biz-webCHARTS.png
http://aleksandreia.wordpress.com/2011/09/25/private-sector-debt/
http://www.nytimes.com/2011/09/24/business/debt-numbers-alone-tell-little-about-fiscal-stability.html
http://www.economonitor.com/rebeccawilder/2011/09/20/europe-why-the-one-size-fits-all-solution-won%E2%80%99t-work-2/
http://www.nakedcapitalism.com/2010/03/parenteau-on-fiscal-correctness-and-animal-sacrifices-leading-the-piigs-to-slaughter-part-1.html
http://www.ocala.com/article/20110923/ZNYT01/109233021?tc=ar
http://www.google.com.tr/books?hl=tr&lr=&id=PX7eXUPyR30C&oi=fnd&pg=PA186&dq=eu+external+debt&ots=H9fs9tuFSK&sig=Ck-p0K-ZvNhv5EAA7BIQCMzfyKg&redir_esc=y#v=onepage&q=eu%20external%20debt&f=false
http://www.ecb.int/press/key/date/2011/html/sp110222.en.html
http://www.europarl.europa.eu/document/activities/cont/201110/20111019ATT29784/20111019ATT29784EN.pdf
http://www.bis.org/ifc/events/5ifcconf/dias.pdf
http://ec.europa.eu/economy_finance/events/2011/2011-11-21-annual-research-conference_en/pdf/session04_sinn_en.pdf
http://www.cato.org/pubs/journal/cj31n2/cj31n2-2.pdf

Avrupa Bu Krizden Çıkabilecek mi ?-IV

III'den devam
Gelişmekte olan ülkelerin ortaya çıkması ile gelişmiş ülkelerde etkilenen sadece sanayi sektörü değildi..İnşaat- taahhütten kargo taşımacılığına, hava yolu ulaşımından bir çok sektöre kadar gelişmiş ülkelerin etkin olduğu bir çok sektöre, gelişmekte olan ülkelerden çok sayıda oyuncu katılmaya başlamıştı..Üstelik gelişmekte olan ülkelerde maliyetlerin daha düşük olması, bu ülkelere rekabet üstünlüğü sağlıyor, bu durum gelişmiş ülkelerin büyük firmalarında iflaslara ve tasfiyelere yol açıyordu..Bu çetin rekabetin hazin sonuçları, British Airways den Saab' a bir çok firmanın kaçınılmaz kaderi oldu..

Gelişmekte olan ülkelerin hızlı büyüyen endüstrilerine paralel artan talepleri, hammadeye olan talep artışını körüklemiş ve 2007-2008 döneminde emtia fiyatları zirveye ulaşmıştı..2002'de 25 Usd olan demir cevheri fiyatları 180 Usd'ye ulaşmıştı..Üretim maliyetlerinin artmasına rağmen, tüketici tarafında da hızlı bir talep artışı vardı ve bu yolla Avrupa'da ve Amerika'da rekabetçi olmayan koşullarda üretim yapan kimi firmalar bile, bilançoları bozulmasına rağmen, üretimlerini devam ettirebiliyorlardı. Bu global büyümeden, gelişmekte olan ülkeler kadar olmasa da, tabiki gelişmiş ülkelerde nasiplendi..Hatta haketmedikleri kadar..

2008 Finansal kriz ve Avrupa

2008 krizi Amerika'da salt konut sektöründe fiyatların hızla düşüşü nedeniyle olmadı..Konut fiyatlarındaki hızlı düşüş, krizin tetikleyicisi oldu. Finansal sistem, zaten sağlam durumda değildi. Mortgage kredilerinden türetilen türevlerden, finansal mühendislik yoluyla yaratılan türev ürünlere, bir çok yönden finans kurumlarının bilançoları  riskli varlıklarla doluydu.

Esasında gelişmiş ülkelerde ''eski devran devam edecek'' algısı ile bu ülkelerde risk algısı sanıldığı kadar güçlü değildi..Mortgage kredileri ve subprime-alt gelir gruplarına ve orta sınıfa açılan krediler devasa boyutlardaydı..

Düşük faiz dönemi ve tüm dünya ekonomilerinde görülen hızlı büyüme, Amerika'da da varlık fiyatlarını yukarı itmiş, ülkede hızlı bir servet artışı sağlamıştı..Bu hızlı servet artışı, o kadar cazip hale gelmişti ki kimse bu trendin dışında kalmak istemiyor, bireysel yatırımcıdan büyük fonlara, krediyle de olsa, riskli olup olmadığına bakmaksızın herkes yatırım peşinde koşuyordu..Böylece varlık fiyatları da hızla yükseliyordu..

Amerika'da 2000'li yıllarda ki konut fiyatlarındaki artış, bir balona yol açmıştı. Fiyat artışları o kadar hızlıydı ki daha borcu bitmemiş olan konutun bu süredeki değer artışı bile yeni bir krediye teminat oluyordu..Ve yatırım amacıyla alınan konut sayısı, ihtiyaçtan dolayı alınandan daha fazlaydı..Finans sektöründe ise kaldıraçlı, türev ürünlerle gerçekte var olduğundan çok daha büyük miktarda sermaye dönüyordu..Krediden kredi yaratılıyordu..Dünyada yıllık türev ürünlerindeki sermaye hareketi, halen daha tüm dünyanın yıllık gelirinin on misli kadardır..

2007 Ekiminden itibaren konut  fiyatlarındaki hızlı düşüş, servetlerde hızlı bir erimeye yol açmıştı..Açılan krediye teminat olarak verilen konutun kendisi, hızlı fiyat düşüşü nedeniyle, haciz edilse bile artık borcu geri ödemeye yetmiyordu. Üstelik bu krediler, krediyi açan kurum tarafından, kendisinin yarattığı veya başka finans kurumlarının yarattığı, başka finansal enstrümanlara, türev ürünler için de teminat olarak kullanılmıştı. Geri dönmeyen konut kredilerinin finans sektörüne yansıması bu nedenle bu zararın katları şeklinde oldu..Domino taşlarından birinin yıkılması tüm sektörü alaşağı etmeye yetti...

Lehman Brothers'ın batışı nedeniyle tüm sistemin sallantıda olduğu anlaşılmıştı..Piyasalarda panik vardı..Amerika'da başlayan kriz, hızla global bir krize dönüştü. Bu panik dalgası tüketici tarafında talep düşüşüne yol açtı..

Öte taraftan hem bankaların zor durumda olması, hem belirsizlikler -kimin batık kimin sağlam durumda olduğunun bilinmemesi -nedeniyle kurumların birbiriyle olan ilişkileri de durmuştu. Finans kurumlarının kendi aralarında bile para artık dönmüyordu. Para piyasaları kurumuştu. Kredi tarafında ise kredi açabilecek durumdaki  kurumların, bankaların kendisi de  hızla nakte dönüyor ve sermayeyi kendileri için tutuyorlardı..  Kredilerin daralmasına bağlı olarak piyasalarda likidite sıkıntısı baş göstermişti..Likidite sıkıntısı çeken reel sektör firmaları da iflasın eşiğine gelmişti.. Reel sektör, likidite sıkıntısı nedeniyle işletme sermayesi bulmakta zorlanıyordu.

Diğer taraftan daralan talep nedeniyle de reel sektör, üretimlerini kısmak zorunda kalmıştı..Üretimin düşmesi ile işsizlikteki artış hızlanıyor, bu artış ise daha fazla talep daralmasına yol açıyordu..Tüketici güvenindeki sert düşüş, bireylerin  işsiz kalma korkusu, gelecek endişesi ve artan işsizlik nedeniyle bireyler tasarrufa yöneliyor, tüketimlerini iyice kısıyorlardı..Oteller, turizm ve havayolu servis sağlayıcıları, barlar, restoranlar gibi hizmet sektörlerine olan talep azalmıştı..Birçok firma iflasın eşiğindeydi..

Dünya, 1929 ve 1987 krizlerinden çok şey öğrenmişti..1929 krizinde, piyasalarda, hükümetler tarafından  likidite daha fazla sıkılmış ve kriz büyük buhrana dönüşmüştü..Ünlü iktisatçı Keynes, bu buhranda meşhur makro denklemlerini ortaya koymuş ve daralan tüketici taleplerinin yerini kamunun artan harcamaları ile telafi edilmesi gerektiğini ortaya koymuştu..1929 krizinde gevşek para politikası gütmek yerine sıkı para politikası krizi daha vahim hale getirmişti..

Ve 1987 krizi baş gösterdiğinde Amerikan hazinesi gevşek para politikası gütmüş, bankalardaki toksik varlıkları yeni kurulan bir fona devretmiş, bankaları yeniden sermayelendirmiş ve kriz atlatılmıştı..Bu toksik varlıklar ise 1994'e kadar temizlenmişti..

2008 krizinin aşılması içinde 1987 krizinde uygulanan  benzer çözüm metodları devreye konulmuştu..Tüm sistemin yıkılmasını önlemek için ''batmayacak kadar büyüklerin'' kurtarılmasına Fed öncülüğünde Amerikan hazinesi yetişti. Likidite sıkıntısının giderilmesi için Fed piyasaları fonlamaya başlamıştı..Fed, hem bankaların toksik varlıklarını satın alıp bankalara yeniden sermaye takviyesi yapıyor hem de Devlet tahvillerini satın alarak piyasaya muazzam likidite aktarıyordu..

Tüm dünya da hükümetler devreye girmişti..Sisteme bol nakit aktarılıyordu..Bu bol nakit, hızla borsaları yukarı çekiyor, emtia fiyatları yükseliyor, firmalar para kazanabiliyor, artık piyasalardan rahatlıkla borçlanabiliyorlardı..Talep artışı sağlanmış çarklar dönüyordu..
.
.
  Tabiki Avrupa'da da işler Amerikanvari bir  şekilde yürüyordu..Hükümetler piyaslara bol nakit aktarıyordu..Artan işsizlik karşısında hem işsizlik ödenekleriyle  işsizlere ücret ödeniyor hem zor durumdaki şirketlere sermaye desteği veriliyordu...Avrupa'da borç krizine  yol açan süreçte böyle başlamıştı..

Amerikan şirketleri reel olarak karlı firmalardı ve global idiler..Bu yüzden kendilerine sağlanan bu bol likiditeye nankörlük etmediler..Ürettiler, istihdam sağladılar ve daha fazla vergi ödediler..Kamudan aldıkları ödünç paraları iade etmeyi başardılar..Fakat Avrupalı şirketler bu durumda değildi..
.
.
  Öte taraftan gelişmiş ülkelerdeki gevşek para politikasından bu ülkeler kadar, belki daha fazla, gelişmekte olan ülkeler istifade etti. Ağırlıklı olarak bu pazarlara mal satıyorlardı ve bu pazarlardaki talep daralması gelişmekte olan ülke ekonomilerine ağır hasar vermekteydi..Üstelik gelişmekte olan ülkelerin hala sermaye açığı vardı..Büyümeyi, gelişmiş ülkelerin sermaye birikimleriyle devam ettiriyorlardı..Krizle beraber, dış sermayederlerin nakte dönüşleri ve bu ülkelere kredi açan finans kuruluşlarının likidite sıkıntısına düşmeleri , gelişmekte olan ülkelerden hızlı bir sermaye çıkışına yol açmıştı. Sermaye hızla geldiği yere dönüyordu. Gelişmiş ülkelerin piyasalara bol likidite sağlaması ile gelişmekte olan ülkelere yeniden sermaye akımları başlatmıştı..

Amerika'nın parasal genişleme, ''bail out'' ve ''quantitative easing'' planları, kendisi kadar gelişmekte olan ülkelere de faydası olmuştu..Fakat Avrupa da yapılan parasal genişlemenin kendisinden daha çok gelişmekte olan ülkelere faydası oldu..Şöyle ki, artan parasal genişleme tüketici talebini artırıyor ve bu talep daha çok gelişmekte olan ülkelerin ihracatıyla karşılanıyordu..Daha önce açıkladığım sebeplerden dolayı Avrupalı bir çok şirket ve ekonomi rekabet gücünü çoktan kaybetmişti..Bu yüzden yapılan parasal genişlemenin, daha fazla istihdam, daha fazla ihracat ve daha fazla vergi yoluyla kendi ülkelerine geri dönüşü kısmi oldu..Hatta hükümetlerin harcamaları artarken, borçlanmaları artarken gelirleri fazla artmadı..Ve ikisi arasındaki fark, kamu üzerinde daha fazla borç olarak sonuçlandı..

 Örneğin İtalya, yıllardır neden büyüyemediğine ve dış ticaret fazlası yaratamadığına kafa yorup, kriz öncesinde yapısal dönüşüm için firmalarına kamu eliyle kaynak aktarsa idi, kamunun bu firmalar uğruna yaptığı fedakarlık boşa gitmemiş olabilirdi...Ve bu yatırımlar, daha fazla vergi, istihdam ve rekabet gücü ile ülkeye geri dönebilirdi...Bu nedenle kriz sonrası İtalya'nın, İspanya'nın parasal genişlemeleri, büyük bir su kuyusuna madeni para atmaya benzedi..Ses çıkarıyordu ama piyasaya aktarılan kaynak geri dönmüyordu..
.
.
2000'li yılların başından itibaren, İtalyan sanayisi, hem Alman sanayisine hem gelişmekte olan ülke sanayilerine yenik düştü..Rekabet ettiği kulvarlarda gelişmekte olan ülkelere yenik düştü..Gelişmekte olan ülkelerin üretemediği ürünlerde ise Alman sanayisine yenik düştü..Zaten İtalya ekonomisini bugünki açmaza getiren esas faktör budur. Ekonomilerinin rekabet gücü kazanamaması ve üretkenliğinin azalması..

Tabiiki Belçika'nın, Hollanda'nın, İsveç'in, Danimarka'nın, Finlandiya'nın kaderi de bu süreçte farklı olamayacak. Bu ülkelerde resesyon kaçınılmaz gözükmektedir. Üstelik İtalya, Akdeniz gibi hareketli bir ticaret havzasında iken bu ülkeler ticaretin daha az hareketli olduğu kuşakta yer almakta..

Avrupa ekonomileri bu nedenle keskin bir bıçak sırtında..Bir taraftan dağ gibi bir borç, bir tarafta dinamizmini kaybetmiş, resesyona doğru yuvarlanan ekonomiler..Bu borcun ödenmesi için daha fazla kazanıp daha az harcamak gerekiyor..Fakat bu ülkelerin daha fazla üretme şansı yok gibi..Çünkü gelişmekte olan ülkelerle  rekabet etmeleri çok zor..Öte taraftan daha fazla üretip, daha fazla ürün satabilecekleri dış pazarlarda daralmanın eşiğinde.. 2012'de global büyümenin düşmesi bekleniyor. Üstelik bu ülkeler kendi içlerinde de rekabet halindeler..En fazla ticaret yaptıkları birlik üyesi ülkelerde de büyüme yok gibi..Diğer taraftan daha fazla tasarruf için kemer sıkacaklar ve bu ekonomilerde zaten talep daralması söz konusu..Üstelik kemer sıkma ile talep daha çok daralacak ve daha fazla işsizlikle kamunun üzerinde daha fazla yük oluşacak. Ülkeler kemer sıkma ile tasarruf edecekler ama bu dönemde ekonomilerde daralma ile kamunun gelirleride azalacak. Belki de kemer sıkma daha fazla borca yol açacak..
.
.
Avrupa'nın son kuşağı, yeri geldiğinde kendileri ve ülkeleri için büyük fedakarlık yapmayı  teşvik eden bir kültürle yetişmiş değil ve bu ekonomilerde daralma ile sokaklarda daha fazla kargaşa çıkacak..Nitekim yıl içinde Londra ve diğer Avrupa şehirlerinde görülen yağma olayları,  muhtemel bir çöküş veya ekonomilerde sert iniş görülmesi halinde, Avrupa sokaklarının anarşiye teslim olacağının işaretlerini taşımaktaydı. Önümüzdeki yıllarda, Avrupa'nın siyasi istikrarsızlığa sürüklenmesi de kuvvetle muhtemeldir.

...devam edecek..

27 Aralık 2011 Salı

Avrupa Bu Krizden Çıkabilecek mi ?-III

II'den devam
..II. Dünya savaşından sonra hızla toparlanma sürecine giren gelişmiş ülke ekonomileri, o dönemde işsizlik yerine tam tersi iş gücü açığı ile karşılaşmışlardı.. 1990'lar sonrası ise ekonomilerin bu yeni safhasında  bir şekilde çözülen ve çok büyük sorun olmayan işsizlik, gelişmiş ülkelerde ortaya çıkmaya başlamıştı..Ki bu dönem 2000'li yılların ortalarıdır..

Avrupa sanayileri, geçmişte, basit ve temel sanayi ürünleri, sonrasında ara mal ve nihai ürün olarak alt segment sanayi ürünlerinde  gelişmekte olan ülkelerin sert rekabet şartları nedeniyle varlıklarını sürdürememişti..Öte taraftan yine bu ülkelerin hızla artan talepleri nedeniyle sürekli üst segmente geçiyor ve orada varlıklarını sürdürebiliyorlardı..Fakat artık gelişmekte olan ülkelerde yatırım malları üretmeye başlamışlar ve Avrupa sanayine olan ihtiyaçları azalmıştı...

Öte taraftan Avrupa nüfusunun artmıyor oluşu, genç kuşakların azlığı ve bu nedenle  iş gücüne yeni dahil olan nüfusun düşük olması nedeniyle işsizlik birdenbire ortaya çıkmıyordu...

Gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ikinci kuşak ülkelere, sürekli pazar kaybetmeye başlamışlardı. Gelişmekte olan ülkelerin ihracat artışı, gelişmiş ülkelerden çok daha hızlı idi..Bu durum sadece gelişmekte olan ülkelerin hızla artan nüfusları ve hızla artan refah seviyelerine paralel, artan talep nedeniyle değildi..Gelişmekte olan ülkeler, gelişmiş ülkelerin ürünlerini pazarın dışına itiyordu..Gelişmiş ülkeler pazar kaybediyordu..Gelişmiş ülkelerin ihracatı, sadece piyasaya sürdükleri yeni ürünler ve global büyümeyle artan taleple şekilleniyordu..Fakat gelişmekte olan ülkelerin ihracatı, hem artan talep nedeniyle hem de gelişmiş ülkelerin ihracat pazarlarından daha fazla pay alarak artıyordu..

Bu dönemde sanayi ve teknoloji yeni bir evrededir..Avrupa da büyük sanayi tesislerinin yerini, büyük ofis binaları almıştı..Yani bir sanayi tesisinin elde ettiği ciro, çok az sayıda beyaz yaka çalışanla bir ofisde elde edilebiliyordu..Fakat bir sanayi tesisi binlerce insana istihdam yaratırken, aynı ciro ile, bir büroda sadece onlarca çalışan istihdam ediliyordu..

Gelişmiş ülkelerin istihdam yaratabilmesi, gelişmekte olan ülkelere göre daha zor ve daha masraflıdır.
Gelişmekte olan ülkelerde, halen daha ortalama 300-500 Usd ile sanayide istihdam yaratılabiliyor..Fakat bir Avrupa ülkesinde ister sanayide ister hizmet sektöründe bir kişi istihdam etmek  için 2000 Usd ücret ödemek gerekiyor..Üstelik refah ve rahat yaşama alışmış bir Avrupalı çalışanı, çok daha zor şartlarda ve yüksek tempo ile çalıştırmak mümkün değil..

Üstelik sanayilerde otomasyonun arttığı bir dönem..Büyük cirolara ulaşan sanayi tesislerinde bile, geçmiş dönemlere nazaran, daha az sayıda çalışan ile daha fazla üretim yapılabiliyor..Otomasyonla birbirine bağlanmış makinalar ve kalifiye iş gücünden oluşan belli sayıda çalışan yeterli olabiliyor..

Tekstil gibi emek yoğun sektörler, Avrupa'dan çıkmıştı..Emek yoğun sektörlerin halen gelişmekte olan ülkelerde bulunması nedeniyle gelişmekte olan ülkelerde istihdam yaratmak daha kolaydı..

Diğer taraftan Avrupalı üreticiler de üretimini gelişmekte olan ülkelere kaydırmış veya ana ekipman  için kullandıkları yan sanayi ürünlerini de gelişmekte olan ülkelerden temin ediyordu..Yani gelişmiş ülkelerin büyüme atılımları ,otomatikman, gelişmekte olan ülkelerde üretime ve istihdam artışına katkı sağlıyordu..Fakat gelişmekte olan ülkelerin atılımları, artık gelişmiş ülkelerde nadiren istihdam yaratıyor, çoğunlukla gelişmiş ülkelerde işsizliğe yol açıyordu..

Gelişmekte olan ülkelerin sahneye çıkmasının en fazla etkisi  Japonya ve Avrupalı üreticiler üzerinde oldu..Japonya'nın 1990'larda resesyona sürüklenmesinin, bence ,en temel sebebi de bu idi..Zira Japonya'da emlak sektöründe fiyatlarının hızla artmasına yol açan sebep, Japonya'nın o döneme kadar ihracat pazarlarında en iyi kazanan ülke olmasıydı..Bu ülke geçmişte bir mucize yaratmıştı ve bu mucizenin devam etmesi bekleniyordu..Bu yüzden sermaye Japonya'ya akıyordu..Her ne kadar Japonya, Japon sermayesininde  hızla büyümüş olması nedeniyle sermaye ihraç eder gözükse de, o sermaye başka ülkelerdeki Japon kuruluşları eliyle veya  o ülke yatırımcılarının eliyle, yatırıma dönüşüyor; kar payları ve faiz olarak Japonya'ya dönüyordu..Ve bol para, Japonya da varlık fiyatlarını şişirmeye başlamıştı..

Fakat zaman sonra bu kazançlar geri dönmedi..Çünkü dış sermaye gittikleri ülkeleri sevmişti..Artık bu sermayenin Japonya'ya katkısı bir idiyse, gittikleri ülkeye katkısı belki üç belki beş idi..Artan karlar, orada yeni yatırımlara dönüşüyor, daha fazla ihracat yapılıyor, o ülkeye daha fazla istihdam, daha fazla vergi, daha fazla döviz kaynağı oluyordu..Hatta dış sermaye, o ülkelerde bulunan atıl üretim faktörlerinide etkin hale getiriyordu..

Artık Japon mucizesi yerini Asya Kaplanlarına bırakıyordu..Geleneksel Japon pazarları, Uzak Doğulu yeni üretici ülkelere geçiyordu..Japon sanayisi de her ne kadar üst kulvarlara evrilip ayakta kalsa da gelişmekte olan ülkeler de hızla bu kulvarlara geçiyor ve Japonya ile tekrar rekabet ediyorlardı..

Japonya üst düzey teknolojisiyle, laboratuarları, beyaz yaka çalışanları, arge harcamaları ile üst kulvarda hala etkin idiyse de bu kulvarların ülkenin tüm ekonomisine katkısı geleneksel sanayi kadar değildi..Daha yüksek kar marjı olsa da tüm ekonomiyi sürükleyecek düzeyde değildi..Çünkü insanların temel ihtiyaçlarını karşıladıkları ürünlerin yer tuttuğu pazarlar, teknolojik ürünlerin pazarından hala daha çok büyüktü..Üstelik nüfus yaşlanıyordu ve iç pazar daralmıştı..

Tarımdan demir-çeliğe, giyimden konut inşasına, geleneksel  ürün  pazarları, üst düzey teknoloji ve yatırım malları sektöründen çok daha büyüktü ve bu büyük pazarlar gelişmekte olan ülkelere geçmişti..

Üst düzey teknoloji ve yatırım malları sektörü, niş ürünler pazarı ise tüm gelişmiş ülkelere yetecek düzeyde değildi..Ancak gelişmiş ülkelerin en iyi mühendislik ve beceri kabiliyeti olanlarına yetecek kadardı..Bu yüzden Avrupa'da Alman sanayisi, Uzak Doğu'da bir yere kadar Japon sanayisine bu pazar ancak yetiyordu..Artık bu ürünlerde sadece iyilere yer vardı..
Artık Kuzey Avrupa ülkelerinin kuzey kanadı, Belçika, Hollanda, Danimarka, İsveç, Norveç gibi ülkelere , Akdenizde İtalya, İspanya gibi ülkelere yol gözükmüştü..
.
.
Avrupa sanayilerini bir bütün olarak ele almak anlamlı  değil..Şöyle ki İtalyan sanayisi yatırım malları üretiminden ziyade ağırlıklı olarak tüketim malları üreten bir sanayi idi..Alman sanayisi ise daha çok ağır sanayi ürünleri ve üst düzey yatırım malları üretmeye odaklı bir sanayi yapısındadır.
.
.
Amerika'nın bu süreç dışında, tam anlamıyla olmasa da, kalabilmesi bu ülkenin sahip olduğu dinamikler nedeniyledir..Kısaca özetlersek, Amerika daha genç bir ülkedir, farklı kültürlerin harmanlanma süreci devam etmektedir..Farklı toplumların bir araya gelerek oluşturduğu kültür dinamizm halindedir..Amerika, gelenekleriyle sarmalanmış, tutucu bir kültür yapısında değildir..Bu yüzden başka kültürlerle çatışma halinde olmadan etkileşim içerisindedir, öte yandan başka ülkelere kültür ve yaşam tarzı ihraç edebilecek noktadadır..Sinemasından müziğine, fastfood dan basketboluna, bir çok sosyal tüketime yönelik ürünlerde çok etkindir.. Global anlamda, politikalarını ve hedeflerini gerçekleştirebilecek kabiliyette, diğer ülkeler üzerinde güçlü  bir siyasi ve askeri nüfuza sahiptir...Kaynakları geniş ve güçlü bir iç pazarı vardır..Çok sayıda global şirketi bulunması nedeniyle diğer gelişmekte olan ülkelerin büyümesinden otomatikman pay almaktadır..Parası rezerv paradır..Ülkeye ucuz finansman sağlayan petro-dollar akışı vardır..Bireysel tüketiciye daha fazla hitap eden tüketici elektroniği ürünleri pazarında etkindir..Yeni şartlara daha hızlı adapte olabilecek alt yapı ve kültüre sahiptir..En büyük dezavantajları ise siyasi yönden rakipsiz olmalarıdır.

Gelişmekte olan ülke sanayileri ilk aşamada tüketim malları üretmeye yönelik olduğundan, bu süreçte ilk etkilenen sanayinin İtalya'nın olması tesadüf değil..Fakat İtalyan sanayisi de yatırım malları üreten bir sanayi idi ve bu dalda da pazar hem Alman sanayine hem İtalya ya yetecek düzeyde idi..Fakat sonraki aşamalarda gelişmekte olan ülke endüstrileri de bu ürün gamlarına yönelince İtalya rekabet edemez hale gelmeye başladı..Daralan pazarda Alman sanayi, kalite ve know-how ile ayakta kalırken İtalya sanayisi hızla kapanmaya başladı..

Diğer zayıf sanayilerin bulunduğu Balkanlar ve Doğu Avrupa sanayileri (Polonya hariç)  zaten 1990'lardan sonraki süreçte hem Avrupa içindeki güçlü sanayi ülkelerine hem gelişmekte olan ülke sanayilerine yenik düşmüş, bir çoğu tasfiye olmuştu..

Fakat sermaye boldu..Eksilen kazançlar, düşük faizle borçlanma yoluna giderek kapatılıyor, refah seviyesi düşmek yerine artıyordu..Üstelik küçük ülkelerin bir kısmı birliğe dahil olarak ölçek ekonomisinden yararlanabiliyor ve birlik içi ticaretten pay alabiliyordu..

Gelişmekte olan ülkelerin bu pazarlarda daha etkin olmasıyla bu ülkelerde pazarın dışına itiliyordu..Bu ülkeler , borçlanarak refah seviyesini koruyorlardı ve böylece hak etmedikleri yani sanal bir refah yaşıyorlardı..taki 2008'de bu balon refah seviyesi patlayana kadar...
.
.
Diğer yandan €(euro) birliğinde olmanın ve refah seviyesi yüksek ülkelerle bir arada olmanın sağladığı imkanlarla İtalya, bu dezavantajlarına rağmen, refah seviyesinden ödün vermedi..Ve harcamalarını kısmadı ..Ve gelir seviyesini de artırmak konusunda bedel ödemek istemedi..Öte taraftan daha az kazanmalarına rağmen refah seviyelerinden ödün vermeyerek harcamalarına devam etti ve giderek artan bir borçla karşılaşıldı..İtalya 2000'li yıllardan beri sadece % 0,1 ortalama ile büyüyordu..Daha doğrusu büyüyemiyordu..

..devam edecek..

Avrupa Bu Krizden Çıkabilecek mi ?-II

I'den devam
Gelişmiş ülkeler bu durumdan rahatsız değillerdi..Üstelik mutluydular..Gelişmekte olan ülkelerin iç pazarı da büyüyordu..Ve bu ülkelerin kendi iç tüketimi de arttıkça, bu ülkeler daha fazla yatırım yapıyorlardı..Yatırım malları, üst düzey teknoloji ve mühendislik becerisi isteyen ürünlerdi..Katma değeri yüksek bu ürünleri, gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkelere daha fazla satabiliyor ve bu dalda sanayileri daha fazla istihdam yaratabiliyordu..

Basit ama temel sanayiler, hem hammalıktı hem de çevreyi daha fazla kirletiyordu..Üstelik bir dokuma tezgahı satılarak ihtiyaç duyulan kumaş rahatlıkla tedarik edilebiliyordu..Know-How ürünlerde kar marjı yüksek olduğundan gelişmiş ülke sanayileri daha fazla kar üretebilir noktadaydılar..Bu sektörlerde çalışan iş gücü daha kalifiye olduğundan daha yüksek ücretler kazanılıyordu..Basit ve temel ürünler üreten firmaların kapanması işsizliğe yol açmıyor, o firmalardan boşalan iş gücü, yatırım malları üreten sanayilerde daha iyi şartlarda iş buluyordu..Kapanan firmaların kimi kalifiye çalışanları ise gelişmekte olan ülke sanayilerinde danışman olarak çalışma şansı buluyor ve daha fazla kazanıyordu..Artık gelişmiş ülkeler hammallıktan kurtulmuşlar, daha yüksek katma değerli ürünler üreterek daha fazla kazanmanın yolunu bulmuşlardı..

Öte yandan gelişmekte olan ülkelerde sermaye birikimi artıyordu..Toplumsal katmanlar arasında geçiş hızlanmıştı..Her geçen gün daha fazla insan, bir alt tabakadan üst tabakaya geçiyor,üst katmana geçebilen zengin sayısı artıyordu..

Gelişmekte olan ülkeler henüz teknoloji üretemiyordu..Kalite Avrupa'da idi..Gelişmekte olan ülkelerin zenginleşen sınıflarınında kaliteli ve lüks tüketime ihtiyacı vardı..Avrupa sanayisinin üst segment, lüx ürünlerine artan bu yeni talep bu sektörleri de daha karlı hale getirdi..

Sonrasında gelişmekte olan ülkelerin teknoloji becerileri arttıkça, gelişmiş pazarların bu ''marka ''ürünleri de gelişmekte olan ülkelerde üretilmeye başlandı..Artık gelişmiş ülkelerin para kazanması daha kolaydı..Fazla bir emek sarfetmeden, bu ''marka'' ürünler o ülkelerde üretiliyor, üzerine ''marka'' vurularak fiyat katlanarak pazarlarda yerini alıyordu..Üstelik bu ''marka'' ürünlerin bir kısmı, gelişmekte olan ülkelerin kendi iç pazarında da çok karlı bir şekilde satılabiliyordu..

Artık gelişmekte olan ülkelerin yan sanayileri, gelişmiş ülke yan sanayileri ile aynı kalite de mal üretecek düzeye erişmişti..Motor blokundan civataya kadar bir çok ürün, gelişmiş ülke sanayileri için istenilen kalitede üretiliyordu..Gelişmiş ülkelerde yan sanayilerde kapanmaya başlamıştı,..Yan sanayi ürünlerini bir araya getirerek, esas ürünü üreten ana üreticiler, montaj sanayi olarak hala gelişmiş ülkelerde  üretim yapıyordu..

Fakat gelişmekte olan ülkelerin sanayileri , esas kar merkezinin tedarikden ziyade adına üretim yapılan firmanın yani  pazarda kendi markası ile üretim yapan nihai satıcı da olduklarını görüyorlardı..Diğer yandan kendi iç pazarlarının da benzer ürünlere ihtiyacı vardı ve bu pazarın Avrupa ile aynı kalite ürünü tüketebilecek bir orta sınıfı henüz yoktu..Bu üreticiler, kendi markaları ile daha alt kalite ürünleri, kendi iç pazarları için üretmeye başlamışlardı..Veya tedarikçisi oldukları firmaların yan markalarını üretmeye başlamışlardı..Bu konuda becerileri arttıkça artık ''Avrupa kalite'' üreten Avrupalı üretici için, onun adına tüm ürünü üretim satmaya başladılar..Zaman sonra bu firmalar ya kendi markaları ile artık gelişmiş pazarlara girdiler veya adına üretim yaptıkları firmayı satın alarak bu pazarlarda kendi adına üretim yaparak satan bağımsız üreticiler oldular..

Öte taraftan, bu gelinen süreç hala gelişmiş ülkeler için sıkıntı değildi..Hala üst düzey know-how gerektiren yatım mallarını yine kendileri üretiyordu..

Gelişmiş ülkelerde çok büyük sermaye birikimi vardı. Hızla kalkınma sürecine giren gelişmekte olan ülkelerin ise sermaye açığı vardı.. Ve bu ülkelere, gelişmiş ülkeler, yüksek faizle para satıyordu..Böylelikle bu ülkelerin hızlı gelişiminden ekstra pay alabiliyorlardı..Bu ülkelerde firmalar satın alınıyor veya gelişmekte olan ülke borsalarında bu ülke firmalarının hisseleri çok ucuzdan alınıyordu..Gelişmekte olan ülkelerde kalkınma giderek hızlanıyordu..Devlet bütçeleri büyüyor, ülkeler daha büyük alt yapı yatırımları yapıyor, daha fazla borçlanabiliyordu..Böylelikle bu ülkelere hızlı bir sermaye akışı başlamıştı ve gelişmiş ülkeler, paradan para kazanma dönemininde keyfini sürüyordu..

Bu süreçte gelişmekte olan ülkeler, yeni dinamiklere bazen ayak uyduramıyor ve ekonomik krizlerle karşılaşıyorlardı..Hızlı büyüme, plansız kapasite artışları, balon yaratıyor sonrasında bu durum krizlerlere dönüşüyordu..Ödeme krizleri ile karşılaşınca ekonomiler hızla daralıyor ve bu ülkeler paralarını devaüle etmek zorunda kalıyorlardı..

Fakat bu krizleri çabuk atlatabiliyorlardı..Genç bir nüfusları ve öte yandan ağır bedel ödemeye alışkın toplumsal kültürleri, bu krizlerden bir kaç yıl içinde çıkılmasına olanak veriyordu..Üstelik ürün gamlarında, gelişmiş ülkelerle rekabet halinde değillerdi..Kendi kulvarlarında, kendi gibi ülkelerle rekabet ediyorlardı..Gelişmiş ülkelerin, aynı ürünlerde rekabet etme olanakları zaten kalmamıştı..Zira gelişmiş ülkeler hala daha üst düzey ürünler üretiyor ve bu ürünlerdeki beceriye  gelişmekte olan ülkeler henüz erişememişlerdi..

Yatırım Malları Üretimi Dönemine Geçiş

Gelişmekte olan ülkelerde artık güçlü bir yan sanayi vardı ve ana üretim makinalarının kendisi dışında komponentleri ve çeşitli tamamlayıcı ekipmanları üretilmeye başlanmıştı..Hatta bu ürünleri, ana ekipman üretici olan Avrupalı firmanın kendisi  bile tercih ediyordu..

Fakat gelişmiş ülkeler için ilk ciddi kırılım bu süreçte ortaya çıkmaya başlamıştı..

Gelişmekte olan ülkelerin iç pazarlarının, orta sınıfının  ''Avrupa kalite'' ürüne ihtiyacı yoktu ve bu nedenle iç pazar için üst kalite mamül üretmeye gerek yoktu..O yüzden üst kalite mal üretmek için dizayn edilmiş ''Avrupa kalite'' yatırım mallarına da gerek yoktu..Daha alt düzey mamül üretebilmek için daha alt düzey yatırım malları, üretim makinaları ile bu üretim pekala yapılabilirdi..Artık bu ülkelerde de, ihtiyaç duyulan bir yan sanayi ve belli çapta makinalar üretebilecek bir makina sanayi  vardı..Ve bu ülkeler nihayet, kendi hedef pazarlarına yönelik üretim yapabilecek yatırım malları üretmeye başladılar..Artık tüm üretim için yatırım mallarının tamamı gelişmiş ülkelerden ithal edilmiyordu..Kendi pazarları ve Afrika vb pazarlar için kendi üretim makinalarından üretim yapıyor, sadece gelişmiş ülke pazarlarına üretim için o ülkelerin yatırım mallarını satın alıyorlardı...

Kısacası artık gelişmekte olan ülkeler hammade-basit ve temel sanayi ürünleri-ara mallar-fason ama  nihai ürün- kendi adına nihai ürün döneminden yatırım malları üretme dönemine girmişlerdi..

Artık gelişmiş ülke sanayilerini kaçabileceği daha üst segment kalmamıştı..Gelişmekte olan ülke endüstrileri, yeni evrelere geçtikçe, gelişmiş ülke sanayileri bir üst segmente geçiyor ve istihdam yaratmaya, daha fazla katma değer yaratıp daha çok kar etme olanaklarını sürdürüyorlardı..

Gelişmekte olan ülkelerin iç tüketimi arttıkça hammadde fiyatları artıyordu..Fakat gelişmiş ülkeler, fazla hammadde tüketen basit ve temel sanayi ürünleri üretimini zaten bıraktıklarından hammadde fiyat artışından fazla etkilenmiyorlardı..Çünkü yeni sanayileri daha az hammadde ile daha  yüksek teknoloji ürünü üretebilen sanayiler idiler..Yani üst düzey ekipman üretiyorlardı..Çok daha az üretim ile daha çok kazanma döneminde idiler..

Fakat artık bu segmentte de yalnız değillerdi..Ve rekabet çetinleştikçe hammadde fiyat artışlarından iş gücünün pahalılığına kadar artık her faktör zorlayıcı olmaya başlamışdı..Ne kadar verimlilik artışı ile bu süreci kompanse etseler de, gelişmekte olan ülke sanayileri hızla aşama kaydediyor ve yine bu segmentlerde de fiyat baskısı oluşturuyorlardı...

....devam edecek...

Avrupa Bu Krizden Çıkabilecek mi ?-I


Bu soruya net bir şekilde cevabım ''Hayır'' olacaktır.

Şu an piyasalar Avrupa'nın borçluluk sorununa kafayı fena halde takmış durumdalar...Ve bu borçlar çevrilebilirse bu krizden çıkıldığına kanaat getirecekler..Fakat sorunun temeline inip doğru çözümler getirmek yerine Avrupalı liderler günü kurtarmanın derdinde..

Doğru tedavi için doğru teşhis gerekir..

Bugün Avrupa'nın karşı karşıya olduğu sorunların temelinde, kaybedilen rekabet gücü, üretim odaklı olmaktan çıkıp tüketim odaklı olan sosyal yapı, Avrupa'yı günümüze getiren o üretim kültüründe yozlaşma, sıkı ve özverili çalışma yerine az çalışıp daha refah içinde yaşamayı alışkanlık haline getirme, hızla yaşlanan bir nüfus gibi faktörler yatıyor..

Avrupa bu yüzyılın ilk on yılını, hakettiğinden daha refah içinde yaşayarak geçirdi. Ürettiklerinden daha fazla tüketiyor ve aradaki farkı borçlanarak kapatıyorlardı. Ülkeler dinamizmini kaybetmişti..Avrupa yozlaşıyordu. 1800'lerden beri etkin oldukları dünya düzeninin değişmeyeceğini umuyorlardı. Bu yüzden de sorunlara temelli yaklaşmıyorlardı. Örneğin İtalya, son on yılı, yıllık sadece ort. % 0,1 büyüme ile geçirdi. Yani durgunluk içinde ..Ama ülkede refah yinede artmıştı..Bu yüzden kimse ''İtalya'da neler oluyor? '' diye sorma gereği duymadı..

Avrupa'nın bu hale nasıl düştüğünü anlamak için, sorunun temelinde yatan unsurlara, bu borçların nasıl oluştuğuna ve bugüne nasıl gelinip çıkıldığına bakmak lazım..Sorunların başlangıcı için 1990'lara, Asya kaplanlarının çıkışına, Latin Amerika'nın, Brezilya gibi ülkelerin nereden nereye geldiğine bakmak ve anlamak gerekir..Çünkü bu ülkelerin çıkışı, Avrupa'nın düşüşü idi...

Gelişmekte olan Ülkelerin Endüstrileşme Öncesi Hazırlık Dönemi

1990'lar öncesinde sanayinin, mühendisliğin, üretimin, bilişim sektörlerinin, finansın merkezi ağırlıklı olarak gelişmiş ülkeler idi..Bu ülkeler hem iç tüketime hem ihracata yönelik üretim yaparlardı..Öte yandan dünyanın geri kalan ülkeleri için bu ürünleri tedarik etmek çok zor idi. Bu fakir ülkeler, yeterince ihracat yapacak kapasiteleri olmadığından fazla döviz gelirleri yoktu.. Dövizleri olmadığından sık sık borçlanma yoluna giderlerdi. Üretim için yatırım mallarına ihtiyaç vardı..Kendilerinde teknoloji olmadığından bu yatırım mallarını zaten üretemezlerdi..Diğer taraftan döviz gelirleri olmadığından, üst düzey sanayi ve mühendislik ürünü olan bu yatırım mallarını ithal de edemezlerdi..Bu nedenle fakirlik çemberini kıramazlardı..Sık sık bu ülkeler dış ödeme krizi yaşar, paralarını devaüle etmek zorunda kalırdı..

Basit bir örnek vermek gerekirse, bu fakir ülkelerin kiminde pamuk olmasına rağmen halk yarı çıplak gezerdi. Bu halkı giydirmek için pamuk işleme ve dokuma fabrikalarına ihtiyaç vardı..Bu makinaları kendilerinin üretebileceği bir sanayiye, bu sanayi için demir çelik ürünleri, bu ürünleri işleme kabiliyeti ve techizatı, sonra bu makinaları yapabilmek için ihtiyaç duyulan binlerce parçaya, bu parçalar için yan sanayiye ihtiyaç vardı.. Ve bu makinaları yapabilmek için gelişmiş mühendislik becerilerine ihtiyaç vardı. Fakat bunların hiç biri yoktu..Kısacası yoktu..Bu makinaları ithal etmek için ise dövize ihtiyaç vardı..Döviz elde etmek içinde, ya ihracat yapmak (veya Turizm gelirleri vb), ya borçlanmak gerekiyordu..Fakat bu ülkelerin bir sanayisi olmadığından ihracat yapabilecekleri sadece ham madde kaynakları vardı..Bu hammadde, ister demir cevheri, ister pamuk uluslararası piyasalarda çok düşük fiyatla satılabiliyordu..Ve bu hammadde, Avrupa sanayince çok ucuz fiyattan alınıyor, kendi ihtiyaçları karşılanıyor, az bir kısmı ise bu ülkelere tekrar sanayi ürünü olarak satılarak, ihraç edilerek hammaddeye ödenen bedelde çıkarılmış oluyordu...

Ve şimdi artık ''gelişmekte olan ülkeler'' diye adlandırdığımız bu ülkeler, o yıllarda bu fasit daireyi bir türlü kıramıyor, bu nedenle sık sık krize giriyordu..Döviz o kadar kıymetli idi ki israf edebilecekleri bir centleri bile yoktu. Dövizi mecburen devlet tekelinde tutuyorlardı...Fakat istenen kalkınma ve sanayileşme, istenilen hızda bir türlü gerçekleşmiyordu...

Bu nedenle bir çok ülke istese de ithalat yapamıyordu, bu yüzden ''ithal ikame''yöntemine dönüyorlardı..Diğer taraftan kalkınma için yatırıma, yatırım için sermayeye, sermaye için tasarrufa ihtiyaç vardı..Fakat bu ülkeler zaten fakir idi.. Kazandıkları, günlük ihtiyaçlarına ancak yetiyordu ve tasarruf oranları çok düşüktü. Sermaye birikimleri yoktu.

1990'lar öncesi, bu ülkelerin sanayileşme sürecine girebilmek için geçirdikleri bir hazırlık safhası idi ve 50 yıldan uzun bir süre aldı..Bu nedenle bir çok ülke için 50 yıldan fazla süren bu hazırlık safhası, insan ömrü göz önüne alındığında, bir kuşağın hayatı dikkate alındığında, gelişim ve kalkınma adına çok uzun ve uzun olduğu kadar yavaş, yavaş olduğu kadar sancılı bir süreç oldu..Bir çok fedakarlığa katlandılar..Kendi ürettikleri fındıktan pamuğa kadar bir çok ürünü kendileri tüketmiyor, kendi halklarından bile kısarak, fedakarlık ederek Avrupa ve gelişmiş ülkelere ihraç edip döviz elde etmeye çalışıyorlardı..Ki gelişmiş ülkeler, tüketim pazarını, hammadde pazarını kendileri oluşturduğundan, bu ürünlere hak ettiği fiyatın bile üçte biri, bazen beşte biri fiyat veriyorlardı..Bu dönemde gelişmekte olan ülkelerin o yıllarda bazılarının tüm ihracatı, ithal ettikleri petrolün bile bedelini ödemeye yetmiyordu..Döviz tasarrufları, yeni yatırımlara ve teçhizat alımına yetmiyordu..

Öte yandan gelişmekte olan ülkeler, hızla artan nüfusları, artan işsizlik, yüksek enflasyon, hayat pahalılığı, yetersiz kamu hizmetleri vb gibi nedenlerle sık sık sosyal çalkantılarla karşılaşıyorlardı. Üretim imkanlar dahilinde çoğunlukla devlet kontrolünde olduğundan, devlet etkin oluyor ve devlet, toplumsal oluşumlar için mutlak ele geçirilmesi gereken sürekli bir çekişme alanı oluyordu..Artan sosyal gerilimler ve huzursuzluk, yönetim krizlerine yol açıyor, ekonomik krizler, siyasi krizler sürekli askeri darbeleri besliyordu..Siyasi krizler ekonomik krizlere, ekonomik krizler siyasi krizlere yol açıyordu..

Üstelik bir çoğu, II. dünya savaşından sonra ancak bağımsız olabilmişlerdi..Öncesinde Emperyal devletlerin acımasız sömürüsüne maruz kalmış olmak nedeniyle de ülkelerde alt yapı, kültürel ve sosyal yapı bozulmuştu..Bu yüzden gelişmekte olan ülkelerden bazıları, kalkınma için harcayacağı enerjiyi, etnik çatışmalara, iç savaşlara, bölgesel çatışmalara harcıyor, kalkınmaya ve gelişmeye odaklanamıyorlardı..

Kalkınma için iyi bir eğitim sistemine, iyi bir eğitim sistemi için yetişmiş insan ve imkana ihtiyaç vardı..Ama devletlerin bunu sağlayabilecekleri imkanlar kısıtlı idi..Yetişmiş insan gücünün fazla olmaması, ülkenin fakir olması, bu ülkelerde ister istemez yozlaşma ve kötü yönetime sebep oluyordu...

Öte yandan bazıların kültürel yapıları ve değer yargıları, alışkanlıkları, sanayi toplumunun üzerinde durduğu zeminle çatışıyordu. Gelişmek için kültürel dönüşüme ihtiyaçları vardı..Ve bu kültürel dönüşüm, zaman alan, kuşaklar boyu süren bir süreçti. Basit bir örnek vermek gerekirse, zengin bir kültür mirası barındıran Hint kültürünün bazı alışkanlıkları, Hindistan'ın sanayiye geçiş sürecinde engeller oluşturuyordu. Hindistan'da hükümetler toplumun bazı kötü alışkanlıklarını değiştirmek için uğraşıyordu..Öyle ki kamu binalarının etrafı temiz tutulamıyordu. Bazı ülkeler ise bu dönüşüm sürecini kamu eliyle ve zor kullanarak kısaltmak için uğraştılar..Sonuçta bu deneyim, Çin'in 1960'larda yaptığı kültürel devrim gibi, ülkelerde milyonlarlarca insanın canından olmasına yol açtı, karşılığında ise alınan sonuç hüsran oldu. Ekonomilerde daha büyük tahribata yol açtı..Fakat sanayi kültürüne geçiş olmadan da ülkeler kalkınamıyordu..Kısacası bu fasit daire kırılamıyordu..

Latin Amerika'nın, Uzak Doğu'nun, bu fakir halkları, kendi hallerine bakıp Avrupa ile kıyaslayınca ,aşağılık kompleksine kapılıyor, gelişebileceklerine olan inançları zayıflıyordu..Gelişmiş ülkelerin her yaptığı doğru addediliyordu..Gelişmiş ülkeler, üstün insanların yaşadığı rüya ülkeler gibiydi..Fakir ülkelerde yaşanan bu sosyal histeri, yeni toplumsal ve kültürel çözülmelere dönüşüyor, artan memnuniyetsizlik yeni krizlere yol açıyordu..Halbuki bu ülkelerin sabırla çalışmaya ve zamana ihtiyaçları vardı..Fakat insan ömrü kısıtlı olduğundan, kuşaklar sürekli acele ediyor, sorunun kaynağını siyasi yönetimlerde ve uygulanan sistemlerde arıyorlardı..Halbuki yetişmiş insan gücünün olmaması sorunun ana kaynağıydı..

Gelişmekte Olan Ülkelerin Endüstrileşme Dönemi

Basit ve Temel mallar -Ara mallar-Yan Sanayi ürünleri- Fason ama Nihai ürün- Nihai Ürün 

(Hammadde işleme- Ara mal- Nihai Ürün için Komponent Üretme- Fason Nihai Ürün Montajı- Nihai Ürün)

Tüm bu olumsuzluklara rağmen, katlanılan acılar, uzun yıllar süren toplumsal fedakarlıklar nihayet meyve vermeye başlamıştı..1990'lara gelindiğinde bu ikinci kuşak ülkelerde, dış borçla yapılmış olsa da, özel sektör ve çoğu zaman devlet eliyle, artık demir-çelik tesisleri, petrol rafinerileri, dokuma ve tekstil endüstrisi, çimento sanayi vb boy vermeye başlamıştı..

Artık Avrupa sanayisinin ihtiyaç duyduğu hammadde kaynaklarına yeni ortaklar gelmişti..Bu ülkeler, çalışanlarına çok düşük ücretler ödeyerek, toplumsal fedakarlığa zorlayarak, sigorta,grev,sendikalaşma gibi hakları kısıtlayarak ucuz üretim için toplumu zorluyorlardı.. Devlet eliyle ucuz üretim teşvik ediliyordu..Bazılarında hammadde kaynağının da olması, bu ucuz üretime daha fazla olanak sağlıyordu. Sonuçta bu ülkeler artık döviz kazanabilmek, ihracat yapabilmek adına yeni bir kaynağa daha kavuşmuşlardı..

Artan ihracatları ile artık daha fazla döviz kazanıyor, yeni yatırımlar için ihtiyaç duydukları teknoloji ve yatırım malları ithal edebiliyorlardı..Daha çok yatırım yapıyor, daha çok üretiyor, daha çok ihraç ediyor ve sonrasında daha çok döviz elde ediyor ve daha daha çok yatırım yapabiliyorlardı..

Bu ülkeler, artık yurt dışından teknoloji ve üretim makinaları ithal edebiliyorlardı. Ve daha fazla teknoloji ithal ettikçe, basit ürünleri daha büyük kütleler halinde üretebiliyorlardı..Bu yolla hem kendi ihtiyaçları belli oranda karşılanabiliyor hem ihracat imkanı kazanılıyordu..Sanayi büyüdükçe şehirler büyüyordu..Sanayi büyüdükçe istihdam artıyordu.Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş hız kazanmıştı..Bu toplumlarda üretim kültürünü edinme ve becerilerini öğrenme süreci hızlanmıştı..Artık bu ülkelerde endüstrileşme hızlanıyordu..

İkinci kuşak ülkeler, basit ürünleri üretmeye başlayınca, Avrupa ve diğer gelişmiş ülke pazarları basit ürünleri bu ülkelerden tedarik etmeye başladı..Ve bu fakir ülkelerdeki ucuz üretim, gün geçtikçe, basit mallar da, ara mallar da ve fason ürünlerde gelişmiş ülkelerin sanayilerine bu konuda rekabet imkanı bırakmamıştı..Ki onlarda bundan pek şikayetçi değillerdi..

Gelişmiş ülkeler, basit sanayi ürünlerinin üretimini gelişmekte olan ülkelere bırakarak kendileri daha fazla mühendislik ürünü olan yatırım malları üretimine odaklanmıştı..Ki gelişmekte olan ülkelerin artık para kazanıyor, kazandıkları ile daha çok yatırım yapıyor olmaları ve bu ülkelerin artan yatırım harcamaları, gelişmiş ülke sanayilerinin know-how yüksek ürünlerine olan talebi artırıyordu..

Basit bir örnekle, Avrupa dokuma sanayini bu ülkelere bırakıyor, kendisi dokuma makinası üretimini artırıyordu..Artık gelişmiş ülkeler, ham pamuk almak yerine artık kumaş almayı tercih ediyordu..Daha sonraki dönemlerde ise yeni gelişmekte olan ülkelerden bitmiş ürün (konfeksiyon ürünü) olarak ithal etmeye başladılar...

O yıllarda bir çok gelişmekte olan ülkede, toplum, gelişmiş ülkelerin bu basit sanayilerden kendi stratejileri gereği çıktığını düşünüyordu ki bu doğru değil..Gelişmekte olan ülkelerin çok daha rekabetçi fiyatlarla bu basit ürünleri üretiyor olması, gelişmiş ülkelerde ki bu tür firmaların batmasına yol açıyordu veya rekabet edemediklerinden kapanıyorlardı..Avrupa da 150 yıllık dokuma fabrikaları kapanıyordu..Artık gelişmiş ülkeler çimentodan tekstile, demir-çelikten yan sanayi ürünlerine bir çok sektörden çıkmak zorunda kalıyordu...
.
....devam edecek... 

26 Aralık 2011 Pazartesi

Borsalarda çöküş beklentisi..

Ben, genelde temel analiz ve temel analiz üzerine bina edilmiş stratejiye yatırım yapmayı tercih edenlerdenim..Fakat grafiklerin tüm verileri içerdiği, bu nedenle teknik analizinde önemli bir yol gösterici olduğu fikrine karşı değilim..Hatta zamanlama açısından, işlem hacmi ve grafiklerin okunması önemlidir..En azından nerede durduğumuzu ve hangi safhada olduğumuzu anlamak için..
Aşağıda, benim gibi  piyasalarda çöküş bekleyen, bir analistin, teknik analistin yazısı var..Güzel bir çalışma ..

http://www.marketoracle.co.uk/Article32304.html

Avrupa'da borç krizi

Yıllarca gelişmekte olan piyasaların krizini okuduk..Ve bir gün gelecek, gelişmiş ülkeler daha büyük kriz sarmalına düşecek denseydi, kimse pek aldırış etmezdi..Tarihin dönüm noktaları vardır..Bugün o günlerdeyiz..Yakın gelecekte yeni bir dünya düzeni, yeni güç dengeleri ortaya çıkacak..Şimdiden bunun ayak seslerini duyuyoruz..Önce Amerika'da  sonrasında Avrupa'da ortaya çıkan bu kriz tablosu çok şeye gebe..Avrupa'daki borçluluk sorununu anlamak için aşağıda çok güzel anlatımlar var..

http://www.bbc.co.uk/news/business-16290598

http://ciovaccocapital.com/videos/europeandebtcrisis.html

Niçin mi fikir değiştiriyorum? Çünkü ben fikirlerimin sahibiyim; Kölesi değil! Fikirlere karşı hiçbir taahhüdüm yoktur; ister korur, ister değiştiririm. Cenap Şahabettin

Ne kadar az bilirseniz; o kadar şiddetle müdafaa edersiniz. Bertrand Russell


Yarın yeni şeyler öğreneceğim..Ve bu nedenle bugünkü fikirlerim yarın değişebilir. Ben sadece verdiğim sözlerin tutsağıyım, düşüncelerimin ve fikirlerimin değil! Y.A

Konuşup anlaşamayacağım hiç kimse yoktur; anlaşamıyorsak konuşamadığımız içindir. Y.A

Sayfa Görünümü

Buradaki yazılar, tamamen kendi düşüncelerimi ve fikirlerimi içerir. Burada sunulan bilgilerin, kullanılan verilerin doğru ve güvenilir olması için gereken özeni göstermiş olsam da size doğruluğunu ve kesinliğini garanti edemem. Yazılarım, herhangi bir kişi veya zümreyi hedef almaz. Hiçbir kurum veya kuruluş ile bağlantılı değildir. Bu blog, kişisel bir blog olup yazıların yayım hakkı Yusuf Aygün'e aittir. Kaynak göstermek ve link vermek şartıyla yazılarımı kullanabilir, alıntı yapabilirsiniz... Her yazı, bir emeğin ürünüdür. Emeğe saygı göstermenizden dolayı teşekkür ederim.