• Kısa ve orta dönem yerine uzun döneme
  • Parçalar yerine bütüne
  • Olaylar yerine yapı ve sistemlere
  • Sonuçlar kadar sebeplere
  • Tek boyutlu düşünceden çok boyutlu düşünceye

28 Aralık 2011 Çarşamba

Avrupa Bu Krizden Çıkabilecek mi ?-IV

III'den devam
Gelişmekte olan ülkelerin ortaya çıkması ile gelişmiş ülkelerde etkilenen sadece sanayi sektörü değildi..İnşaat- taahhütten kargo taşımacılığına, hava yolu ulaşımından bir çok sektöre kadar gelişmiş ülkelerin etkin olduğu bir çok sektöre, gelişmekte olan ülkelerden çok sayıda oyuncu katılmaya başlamıştı..Üstelik gelişmekte olan ülkelerde maliyetlerin daha düşük olması, bu ülkelere rekabet üstünlüğü sağlıyor, bu durum gelişmiş ülkelerin büyük firmalarında iflaslara ve tasfiyelere yol açıyordu..Bu çetin rekabetin hazin sonuçları, British Airways den Saab' a bir çok firmanın kaçınılmaz kaderi oldu..

Gelişmekte olan ülkelerin hızlı büyüyen endüstrilerine paralel artan talepleri, hammadeye olan talep artışını körüklemiş ve 2007-2008 döneminde emtia fiyatları zirveye ulaşmıştı..2002'de 25 Usd olan demir cevheri fiyatları 180 Usd'ye ulaşmıştı..Üretim maliyetlerinin artmasına rağmen, tüketici tarafında da hızlı bir talep artışı vardı ve bu yolla Avrupa'da ve Amerika'da rekabetçi olmayan koşullarda üretim yapan kimi firmalar bile, bilançoları bozulmasına rağmen, üretimlerini devam ettirebiliyorlardı. Bu global büyümeden, gelişmekte olan ülkeler kadar olmasa da, tabiki gelişmiş ülkelerde nasiplendi..Hatta haketmedikleri kadar..

2008 Finansal kriz ve Avrupa

2008 krizi Amerika'da salt konut sektöründe fiyatların hızla düşüşü nedeniyle olmadı..Konut fiyatlarındaki hızlı düşüş, krizin tetikleyicisi oldu. Finansal sistem, zaten sağlam durumda değildi. Mortgage kredilerinden türetilen türevlerden, finansal mühendislik yoluyla yaratılan türev ürünlere, bir çok yönden finans kurumlarının bilançoları  riskli varlıklarla doluydu.

Esasında gelişmiş ülkelerde ''eski devran devam edecek'' algısı ile bu ülkelerde risk algısı sanıldığı kadar güçlü değildi..Mortgage kredileri ve subprime-alt gelir gruplarına ve orta sınıfa açılan krediler devasa boyutlardaydı..

Düşük faiz dönemi ve tüm dünya ekonomilerinde görülen hızlı büyüme, Amerika'da da varlık fiyatlarını yukarı itmiş, ülkede hızlı bir servet artışı sağlamıştı..Bu hızlı servet artışı, o kadar cazip hale gelmişti ki kimse bu trendin dışında kalmak istemiyor, bireysel yatırımcıdan büyük fonlara, krediyle de olsa, riskli olup olmadığına bakmaksızın herkes yatırım peşinde koşuyordu..Böylece varlık fiyatları da hızla yükseliyordu..

Amerika'da 2000'li yıllarda ki konut fiyatlarındaki artış, bir balona yol açmıştı. Fiyat artışları o kadar hızlıydı ki daha borcu bitmemiş olan konutun bu süredeki değer artışı bile yeni bir krediye teminat oluyordu..Ve yatırım amacıyla alınan konut sayısı, ihtiyaçtan dolayı alınandan daha fazlaydı..Finans sektöründe ise kaldıraçlı, türev ürünlerle gerçekte var olduğundan çok daha büyük miktarda sermaye dönüyordu..Krediden kredi yaratılıyordu..Dünyada yıllık türev ürünlerindeki sermaye hareketi, halen daha tüm dünyanın yıllık gelirinin on misli kadardır..

2007 Ekiminden itibaren konut  fiyatlarındaki hızlı düşüş, servetlerde hızlı bir erimeye yol açmıştı..Açılan krediye teminat olarak verilen konutun kendisi, hızlı fiyat düşüşü nedeniyle, haciz edilse bile artık borcu geri ödemeye yetmiyordu. Üstelik bu krediler, krediyi açan kurum tarafından, kendisinin yarattığı veya başka finans kurumlarının yarattığı, başka finansal enstrümanlara, türev ürünler için de teminat olarak kullanılmıştı. Geri dönmeyen konut kredilerinin finans sektörüne yansıması bu nedenle bu zararın katları şeklinde oldu..Domino taşlarından birinin yıkılması tüm sektörü alaşağı etmeye yetti...

Lehman Brothers'ın batışı nedeniyle tüm sistemin sallantıda olduğu anlaşılmıştı..Piyasalarda panik vardı..Amerika'da başlayan kriz, hızla global bir krize dönüştü. Bu panik dalgası tüketici tarafında talep düşüşüne yol açtı..

Öte taraftan hem bankaların zor durumda olması, hem belirsizlikler -kimin batık kimin sağlam durumda olduğunun bilinmemesi -nedeniyle kurumların birbiriyle olan ilişkileri de durmuştu. Finans kurumlarının kendi aralarında bile para artık dönmüyordu. Para piyasaları kurumuştu. Kredi tarafında ise kredi açabilecek durumdaki  kurumların, bankaların kendisi de  hızla nakte dönüyor ve sermayeyi kendileri için tutuyorlardı..  Kredilerin daralmasına bağlı olarak piyasalarda likidite sıkıntısı baş göstermişti..Likidite sıkıntısı çeken reel sektör firmaları da iflasın eşiğine gelmişti.. Reel sektör, likidite sıkıntısı nedeniyle işletme sermayesi bulmakta zorlanıyordu.

Diğer taraftan daralan talep nedeniyle de reel sektör, üretimlerini kısmak zorunda kalmıştı..Üretimin düşmesi ile işsizlikteki artış hızlanıyor, bu artış ise daha fazla talep daralmasına yol açıyordu..Tüketici güvenindeki sert düşüş, bireylerin  işsiz kalma korkusu, gelecek endişesi ve artan işsizlik nedeniyle bireyler tasarrufa yöneliyor, tüketimlerini iyice kısıyorlardı..Oteller, turizm ve havayolu servis sağlayıcıları, barlar, restoranlar gibi hizmet sektörlerine olan talep azalmıştı..Birçok firma iflasın eşiğindeydi..

Dünya, 1929 ve 1987 krizlerinden çok şey öğrenmişti..1929 krizinde, piyasalarda, hükümetler tarafından  likidite daha fazla sıkılmış ve kriz büyük buhrana dönüşmüştü..Ünlü iktisatçı Keynes, bu buhranda meşhur makro denklemlerini ortaya koymuş ve daralan tüketici taleplerinin yerini kamunun artan harcamaları ile telafi edilmesi gerektiğini ortaya koymuştu..1929 krizinde gevşek para politikası gütmek yerine sıkı para politikası krizi daha vahim hale getirmişti..

Ve 1987 krizi baş gösterdiğinde Amerikan hazinesi gevşek para politikası gütmüş, bankalardaki toksik varlıkları yeni kurulan bir fona devretmiş, bankaları yeniden sermayelendirmiş ve kriz atlatılmıştı..Bu toksik varlıklar ise 1994'e kadar temizlenmişti..

2008 krizinin aşılması içinde 1987 krizinde uygulanan  benzer çözüm metodları devreye konulmuştu..Tüm sistemin yıkılmasını önlemek için ''batmayacak kadar büyüklerin'' kurtarılmasına Fed öncülüğünde Amerikan hazinesi yetişti. Likidite sıkıntısının giderilmesi için Fed piyasaları fonlamaya başlamıştı..Fed, hem bankaların toksik varlıklarını satın alıp bankalara yeniden sermaye takviyesi yapıyor hem de Devlet tahvillerini satın alarak piyasaya muazzam likidite aktarıyordu..

Tüm dünya da hükümetler devreye girmişti..Sisteme bol nakit aktarılıyordu..Bu bol nakit, hızla borsaları yukarı çekiyor, emtia fiyatları yükseliyor, firmalar para kazanabiliyor, artık piyasalardan rahatlıkla borçlanabiliyorlardı..Talep artışı sağlanmış çarklar dönüyordu..
.
.
  Tabiki Avrupa'da da işler Amerikanvari bir  şekilde yürüyordu..Hükümetler piyaslara bol nakit aktarıyordu..Artan işsizlik karşısında hem işsizlik ödenekleriyle  işsizlere ücret ödeniyor hem zor durumdaki şirketlere sermaye desteği veriliyordu...Avrupa'da borç krizine  yol açan süreçte böyle başlamıştı..

Amerikan şirketleri reel olarak karlı firmalardı ve global idiler..Bu yüzden kendilerine sağlanan bu bol likiditeye nankörlük etmediler..Ürettiler, istihdam sağladılar ve daha fazla vergi ödediler..Kamudan aldıkları ödünç paraları iade etmeyi başardılar..Fakat Avrupalı şirketler bu durumda değildi..
.
.
  Öte taraftan gelişmiş ülkelerdeki gevşek para politikasından bu ülkeler kadar, belki daha fazla, gelişmekte olan ülkeler istifade etti. Ağırlıklı olarak bu pazarlara mal satıyorlardı ve bu pazarlardaki talep daralması gelişmekte olan ülke ekonomilerine ağır hasar vermekteydi..Üstelik gelişmekte olan ülkelerin hala sermaye açığı vardı..Büyümeyi, gelişmiş ülkelerin sermaye birikimleriyle devam ettiriyorlardı..Krizle beraber, dış sermayederlerin nakte dönüşleri ve bu ülkelere kredi açan finans kuruluşlarının likidite sıkıntısına düşmeleri , gelişmekte olan ülkelerden hızlı bir sermaye çıkışına yol açmıştı. Sermaye hızla geldiği yere dönüyordu. Gelişmiş ülkelerin piyasalara bol likidite sağlaması ile gelişmekte olan ülkelere yeniden sermaye akımları başlatmıştı..

Amerika'nın parasal genişleme, ''bail out'' ve ''quantitative easing'' planları, kendisi kadar gelişmekte olan ülkelere de faydası olmuştu..Fakat Avrupa da yapılan parasal genişlemenin kendisinden daha çok gelişmekte olan ülkelere faydası oldu..Şöyle ki, artan parasal genişleme tüketici talebini artırıyor ve bu talep daha çok gelişmekte olan ülkelerin ihracatıyla karşılanıyordu..Daha önce açıkladığım sebeplerden dolayı Avrupalı bir çok şirket ve ekonomi rekabet gücünü çoktan kaybetmişti..Bu yüzden yapılan parasal genişlemenin, daha fazla istihdam, daha fazla ihracat ve daha fazla vergi yoluyla kendi ülkelerine geri dönüşü kısmi oldu..Hatta hükümetlerin harcamaları artarken, borçlanmaları artarken gelirleri fazla artmadı..Ve ikisi arasındaki fark, kamu üzerinde daha fazla borç olarak sonuçlandı..

 Örneğin İtalya, yıllardır neden büyüyemediğine ve dış ticaret fazlası yaratamadığına kafa yorup, kriz öncesinde yapısal dönüşüm için firmalarına kamu eliyle kaynak aktarsa idi, kamunun bu firmalar uğruna yaptığı fedakarlık boşa gitmemiş olabilirdi...Ve bu yatırımlar, daha fazla vergi, istihdam ve rekabet gücü ile ülkeye geri dönebilirdi...Bu nedenle kriz sonrası İtalya'nın, İspanya'nın parasal genişlemeleri, büyük bir su kuyusuna madeni para atmaya benzedi..Ses çıkarıyordu ama piyasaya aktarılan kaynak geri dönmüyordu..
.
.
2000'li yılların başından itibaren, İtalyan sanayisi, hem Alman sanayisine hem gelişmekte olan ülke sanayilerine yenik düştü..Rekabet ettiği kulvarlarda gelişmekte olan ülkelere yenik düştü..Gelişmekte olan ülkelerin üretemediği ürünlerde ise Alman sanayisine yenik düştü..Zaten İtalya ekonomisini bugünki açmaza getiren esas faktör budur. Ekonomilerinin rekabet gücü kazanamaması ve üretkenliğinin azalması..

Tabiiki Belçika'nın, Hollanda'nın, İsveç'in, Danimarka'nın, Finlandiya'nın kaderi de bu süreçte farklı olamayacak. Bu ülkelerde resesyon kaçınılmaz gözükmektedir. Üstelik İtalya, Akdeniz gibi hareketli bir ticaret havzasında iken bu ülkeler ticaretin daha az hareketli olduğu kuşakta yer almakta..

Avrupa ekonomileri bu nedenle keskin bir bıçak sırtında..Bir taraftan dağ gibi bir borç, bir tarafta dinamizmini kaybetmiş, resesyona doğru yuvarlanan ekonomiler..Bu borcun ödenmesi için daha fazla kazanıp daha az harcamak gerekiyor..Fakat bu ülkelerin daha fazla üretme şansı yok gibi..Çünkü gelişmekte olan ülkelerle  rekabet etmeleri çok zor..Öte taraftan daha fazla üretip, daha fazla ürün satabilecekleri dış pazarlarda daralmanın eşiğinde.. 2012'de global büyümenin düşmesi bekleniyor. Üstelik bu ülkeler kendi içlerinde de rekabet halindeler..En fazla ticaret yaptıkları birlik üyesi ülkelerde de büyüme yok gibi..Diğer taraftan daha fazla tasarruf için kemer sıkacaklar ve bu ekonomilerde zaten talep daralması söz konusu..Üstelik kemer sıkma ile talep daha çok daralacak ve daha fazla işsizlikle kamunun üzerinde daha fazla yük oluşacak. Ülkeler kemer sıkma ile tasarruf edecekler ama bu dönemde ekonomilerde daralma ile kamunun gelirleride azalacak. Belki de kemer sıkma daha fazla borca yol açacak..
.
.
Avrupa'nın son kuşağı, yeri geldiğinde kendileri ve ülkeleri için büyük fedakarlık yapmayı  teşvik eden bir kültürle yetişmiş değil ve bu ekonomilerde daralma ile sokaklarda daha fazla kargaşa çıkacak..Nitekim yıl içinde Londra ve diğer Avrupa şehirlerinde görülen yağma olayları,  muhtemel bir çöküş veya ekonomilerde sert iniş görülmesi halinde, Avrupa sokaklarının anarşiye teslim olacağının işaretlerini taşımaktaydı. Önümüzdeki yıllarda, Avrupa'nın siyasi istikrarsızlığa sürüklenmesi de kuvvetle muhtemeldir.

...devam edecek..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Niçin mi fikir değiştiriyorum? Çünkü ben fikirlerimin sahibiyim; Kölesi değil! Fikirlere karşı hiçbir taahhüdüm yoktur; ister korur, ister değiştiririm. Cenap Şahabettin

Ne kadar az bilirseniz; o kadar şiddetle müdafaa edersiniz. Bertrand Russell


Yarın yeni şeyler öğreneceğim..Ve bu nedenle bugünkü fikirlerim yarın değişebilir. Ben sadece verdiğim sözlerin tutsağıyım, düşüncelerimin ve fikirlerimin değil! Y.A

Konuşup anlaşamayacağım hiç kimse yoktur; anlaşamıyorsak konuşamadığımız içindir. Y.A

Sayfa Görünümü

Buradaki yazılar, tamamen kendi düşüncelerimi ve fikirlerimi içerir. Burada sunulan bilgilerin, kullanılan verilerin doğru ve güvenilir olması için gereken özeni göstermiş olsam da size doğruluğunu ve kesinliğini garanti edemem. Yazılarım, herhangi bir kişi veya zümreyi hedef almaz. Hiçbir kurum veya kuruluş ile bağlantılı değildir. Bu blog, kişisel bir blog olup yazıların yayım hakkı Yusuf Aygün'e aittir. Kaynak göstermek ve link vermek şartıyla yazılarımı kullanabilir, alıntı yapabilirsiniz... Her yazı, bir emeğin ürünüdür. Emeğe saygı göstermenizden dolayı teşekkür ederim.