• Kısa ve orta dönem yerine uzun döneme
  • Parçalar yerine bütüne
  • Olaylar yerine yapı ve sistemlere
  • Sonuçlar kadar sebeplere
  • Tek boyutlu düşünceden çok boyutlu düşünceye

27 Aralık 2011 Salı

Avrupa Bu Krizden Çıkabilecek mi ?-III

II'den devam
..II. Dünya savaşından sonra hızla toparlanma sürecine giren gelişmiş ülke ekonomileri, o dönemde işsizlik yerine tam tersi iş gücü açığı ile karşılaşmışlardı.. 1990'lar sonrası ise ekonomilerin bu yeni safhasında  bir şekilde çözülen ve çok büyük sorun olmayan işsizlik, gelişmiş ülkelerde ortaya çıkmaya başlamıştı..Ki bu dönem 2000'li yılların ortalarıdır..

Avrupa sanayileri, geçmişte, basit ve temel sanayi ürünleri, sonrasında ara mal ve nihai ürün olarak alt segment sanayi ürünlerinde  gelişmekte olan ülkelerin sert rekabet şartları nedeniyle varlıklarını sürdürememişti..Öte taraftan yine bu ülkelerin hızla artan talepleri nedeniyle sürekli üst segmente geçiyor ve orada varlıklarını sürdürebiliyorlardı..Fakat artık gelişmekte olan ülkelerde yatırım malları üretmeye başlamışlar ve Avrupa sanayine olan ihtiyaçları azalmıştı...

Öte taraftan Avrupa nüfusunun artmıyor oluşu, genç kuşakların azlığı ve bu nedenle  iş gücüne yeni dahil olan nüfusun düşük olması nedeniyle işsizlik birdenbire ortaya çıkmıyordu...

Gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ikinci kuşak ülkelere, sürekli pazar kaybetmeye başlamışlardı. Gelişmekte olan ülkelerin ihracat artışı, gelişmiş ülkelerden çok daha hızlı idi..Bu durum sadece gelişmekte olan ülkelerin hızla artan nüfusları ve hızla artan refah seviyelerine paralel, artan talep nedeniyle değildi..Gelişmekte olan ülkeler, gelişmiş ülkelerin ürünlerini pazarın dışına itiyordu..Gelişmiş ülkeler pazar kaybediyordu..Gelişmiş ülkelerin ihracatı, sadece piyasaya sürdükleri yeni ürünler ve global büyümeyle artan taleple şekilleniyordu..Fakat gelişmekte olan ülkelerin ihracatı, hem artan talep nedeniyle hem de gelişmiş ülkelerin ihracat pazarlarından daha fazla pay alarak artıyordu..

Bu dönemde sanayi ve teknoloji yeni bir evrededir..Avrupa da büyük sanayi tesislerinin yerini, büyük ofis binaları almıştı..Yani bir sanayi tesisinin elde ettiği ciro, çok az sayıda beyaz yaka çalışanla bir ofisde elde edilebiliyordu..Fakat bir sanayi tesisi binlerce insana istihdam yaratırken, aynı ciro ile, bir büroda sadece onlarca çalışan istihdam ediliyordu..

Gelişmiş ülkelerin istihdam yaratabilmesi, gelişmekte olan ülkelere göre daha zor ve daha masraflıdır.
Gelişmekte olan ülkelerde, halen daha ortalama 300-500 Usd ile sanayide istihdam yaratılabiliyor..Fakat bir Avrupa ülkesinde ister sanayide ister hizmet sektöründe bir kişi istihdam etmek  için 2000 Usd ücret ödemek gerekiyor..Üstelik refah ve rahat yaşama alışmış bir Avrupalı çalışanı, çok daha zor şartlarda ve yüksek tempo ile çalıştırmak mümkün değil..

Üstelik sanayilerde otomasyonun arttığı bir dönem..Büyük cirolara ulaşan sanayi tesislerinde bile, geçmiş dönemlere nazaran, daha az sayıda çalışan ile daha fazla üretim yapılabiliyor..Otomasyonla birbirine bağlanmış makinalar ve kalifiye iş gücünden oluşan belli sayıda çalışan yeterli olabiliyor..

Tekstil gibi emek yoğun sektörler, Avrupa'dan çıkmıştı..Emek yoğun sektörlerin halen gelişmekte olan ülkelerde bulunması nedeniyle gelişmekte olan ülkelerde istihdam yaratmak daha kolaydı..

Diğer taraftan Avrupalı üreticiler de üretimini gelişmekte olan ülkelere kaydırmış veya ana ekipman  için kullandıkları yan sanayi ürünlerini de gelişmekte olan ülkelerden temin ediyordu..Yani gelişmiş ülkelerin büyüme atılımları ,otomatikman, gelişmekte olan ülkelerde üretime ve istihdam artışına katkı sağlıyordu..Fakat gelişmekte olan ülkelerin atılımları, artık gelişmiş ülkelerde nadiren istihdam yaratıyor, çoğunlukla gelişmiş ülkelerde işsizliğe yol açıyordu..

Gelişmekte olan ülkelerin sahneye çıkmasının en fazla etkisi  Japonya ve Avrupalı üreticiler üzerinde oldu..Japonya'nın 1990'larda resesyona sürüklenmesinin, bence ,en temel sebebi de bu idi..Zira Japonya'da emlak sektöründe fiyatlarının hızla artmasına yol açan sebep, Japonya'nın o döneme kadar ihracat pazarlarında en iyi kazanan ülke olmasıydı..Bu ülke geçmişte bir mucize yaratmıştı ve bu mucizenin devam etmesi bekleniyordu..Bu yüzden sermaye Japonya'ya akıyordu..Her ne kadar Japonya, Japon sermayesininde  hızla büyümüş olması nedeniyle sermaye ihraç eder gözükse de, o sermaye başka ülkelerdeki Japon kuruluşları eliyle veya  o ülke yatırımcılarının eliyle, yatırıma dönüşüyor; kar payları ve faiz olarak Japonya'ya dönüyordu..Ve bol para, Japonya da varlık fiyatlarını şişirmeye başlamıştı..

Fakat zaman sonra bu kazançlar geri dönmedi..Çünkü dış sermaye gittikleri ülkeleri sevmişti..Artık bu sermayenin Japonya'ya katkısı bir idiyse, gittikleri ülkeye katkısı belki üç belki beş idi..Artan karlar, orada yeni yatırımlara dönüşüyor, daha fazla ihracat yapılıyor, o ülkeye daha fazla istihdam, daha fazla vergi, daha fazla döviz kaynağı oluyordu..Hatta dış sermaye, o ülkelerde bulunan atıl üretim faktörlerinide etkin hale getiriyordu..

Artık Japon mucizesi yerini Asya Kaplanlarına bırakıyordu..Geleneksel Japon pazarları, Uzak Doğulu yeni üretici ülkelere geçiyordu..Japon sanayisi de her ne kadar üst kulvarlara evrilip ayakta kalsa da gelişmekte olan ülkeler de hızla bu kulvarlara geçiyor ve Japonya ile tekrar rekabet ediyorlardı..

Japonya üst düzey teknolojisiyle, laboratuarları, beyaz yaka çalışanları, arge harcamaları ile üst kulvarda hala etkin idiyse de bu kulvarların ülkenin tüm ekonomisine katkısı geleneksel sanayi kadar değildi..Daha yüksek kar marjı olsa da tüm ekonomiyi sürükleyecek düzeyde değildi..Çünkü insanların temel ihtiyaçlarını karşıladıkları ürünlerin yer tuttuğu pazarlar, teknolojik ürünlerin pazarından hala daha çok büyüktü..Üstelik nüfus yaşlanıyordu ve iç pazar daralmıştı..

Tarımdan demir-çeliğe, giyimden konut inşasına, geleneksel  ürün  pazarları, üst düzey teknoloji ve yatırım malları sektöründen çok daha büyüktü ve bu büyük pazarlar gelişmekte olan ülkelere geçmişti..

Üst düzey teknoloji ve yatırım malları sektörü, niş ürünler pazarı ise tüm gelişmiş ülkelere yetecek düzeyde değildi..Ancak gelişmiş ülkelerin en iyi mühendislik ve beceri kabiliyeti olanlarına yetecek kadardı..Bu yüzden Avrupa'da Alman sanayisi, Uzak Doğu'da bir yere kadar Japon sanayisine bu pazar ancak yetiyordu..Artık bu ürünlerde sadece iyilere yer vardı..
Artık Kuzey Avrupa ülkelerinin kuzey kanadı, Belçika, Hollanda, Danimarka, İsveç, Norveç gibi ülkelere , Akdenizde İtalya, İspanya gibi ülkelere yol gözükmüştü..
.
.
Avrupa sanayilerini bir bütün olarak ele almak anlamlı  değil..Şöyle ki İtalyan sanayisi yatırım malları üretiminden ziyade ağırlıklı olarak tüketim malları üreten bir sanayi idi..Alman sanayisi ise daha çok ağır sanayi ürünleri ve üst düzey yatırım malları üretmeye odaklı bir sanayi yapısındadır.
.
.
Amerika'nın bu süreç dışında, tam anlamıyla olmasa da, kalabilmesi bu ülkenin sahip olduğu dinamikler nedeniyledir..Kısaca özetlersek, Amerika daha genç bir ülkedir, farklı kültürlerin harmanlanma süreci devam etmektedir..Farklı toplumların bir araya gelerek oluşturduğu kültür dinamizm halindedir..Amerika, gelenekleriyle sarmalanmış, tutucu bir kültür yapısında değildir..Bu yüzden başka kültürlerle çatışma halinde olmadan etkileşim içerisindedir, öte yandan başka ülkelere kültür ve yaşam tarzı ihraç edebilecek noktadadır..Sinemasından müziğine, fastfood dan basketboluna, bir çok sosyal tüketime yönelik ürünlerde çok etkindir.. Global anlamda, politikalarını ve hedeflerini gerçekleştirebilecek kabiliyette, diğer ülkeler üzerinde güçlü  bir siyasi ve askeri nüfuza sahiptir...Kaynakları geniş ve güçlü bir iç pazarı vardır..Çok sayıda global şirketi bulunması nedeniyle diğer gelişmekte olan ülkelerin büyümesinden otomatikman pay almaktadır..Parası rezerv paradır..Ülkeye ucuz finansman sağlayan petro-dollar akışı vardır..Bireysel tüketiciye daha fazla hitap eden tüketici elektroniği ürünleri pazarında etkindir..Yeni şartlara daha hızlı adapte olabilecek alt yapı ve kültüre sahiptir..En büyük dezavantajları ise siyasi yönden rakipsiz olmalarıdır.

Gelişmekte olan ülke sanayileri ilk aşamada tüketim malları üretmeye yönelik olduğundan, bu süreçte ilk etkilenen sanayinin İtalya'nın olması tesadüf değil..Fakat İtalyan sanayisi de yatırım malları üreten bir sanayi idi ve bu dalda da pazar hem Alman sanayine hem İtalya ya yetecek düzeyde idi..Fakat sonraki aşamalarda gelişmekte olan ülke endüstrileri de bu ürün gamlarına yönelince İtalya rekabet edemez hale gelmeye başladı..Daralan pazarda Alman sanayi, kalite ve know-how ile ayakta kalırken İtalya sanayisi hızla kapanmaya başladı..

Diğer zayıf sanayilerin bulunduğu Balkanlar ve Doğu Avrupa sanayileri (Polonya hariç)  zaten 1990'lardan sonraki süreçte hem Avrupa içindeki güçlü sanayi ülkelerine hem gelişmekte olan ülke sanayilerine yenik düşmüş, bir çoğu tasfiye olmuştu..

Fakat sermaye boldu..Eksilen kazançlar, düşük faizle borçlanma yoluna giderek kapatılıyor, refah seviyesi düşmek yerine artıyordu..Üstelik küçük ülkelerin bir kısmı birliğe dahil olarak ölçek ekonomisinden yararlanabiliyor ve birlik içi ticaretten pay alabiliyordu..

Gelişmekte olan ülkelerin bu pazarlarda daha etkin olmasıyla bu ülkelerde pazarın dışına itiliyordu..Bu ülkeler , borçlanarak refah seviyesini koruyorlardı ve böylece hak etmedikleri yani sanal bir refah yaşıyorlardı..taki 2008'de bu balon refah seviyesi patlayana kadar...
.
.
Diğer yandan €(euro) birliğinde olmanın ve refah seviyesi yüksek ülkelerle bir arada olmanın sağladığı imkanlarla İtalya, bu dezavantajlarına rağmen, refah seviyesinden ödün vermedi..Ve harcamalarını kısmadı ..Ve gelir seviyesini de artırmak konusunda bedel ödemek istemedi..Öte taraftan daha az kazanmalarına rağmen refah seviyelerinden ödün vermeyerek harcamalarına devam etti ve giderek artan bir borçla karşılaşıldı..İtalya 2000'li yıllardan beri sadece % 0,1 ortalama ile büyüyordu..Daha doğrusu büyüyemiyordu..

..devam edecek..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Niçin mi fikir değiştiriyorum? Çünkü ben fikirlerimin sahibiyim; Kölesi değil! Fikirlere karşı hiçbir taahhüdüm yoktur; ister korur, ister değiştiririm. Cenap Şahabettin

Ne kadar az bilirseniz; o kadar şiddetle müdafaa edersiniz. Bertrand Russell


Yarın yeni şeyler öğreneceğim..Ve bu nedenle bugünkü fikirlerim yarın değişebilir. Ben sadece verdiğim sözlerin tutsağıyım, düşüncelerimin ve fikirlerimin değil! Y.A

Konuşup anlaşamayacağım hiç kimse yoktur; anlaşamıyorsak konuşamadığımız içindir. Y.A

Sayfa Görünümü

Buradaki yazılar, tamamen kendi düşüncelerimi ve fikirlerimi içerir. Burada sunulan bilgilerin, kullanılan verilerin doğru ve güvenilir olması için gereken özeni göstermiş olsam da size doğruluğunu ve kesinliğini garanti edemem. Yazılarım, herhangi bir kişi veya zümreyi hedef almaz. Hiçbir kurum veya kuruluş ile bağlantılı değildir. Bu blog, kişisel bir blog olup yazıların yayım hakkı Yusuf Aygün'e aittir. Kaynak göstermek ve link vermek şartıyla yazılarımı kullanabilir, alıntı yapabilirsiniz... Her yazı, bir emeğin ürünüdür. Emeğe saygı göstermenizden dolayı teşekkür ederim.